İstanbul Emniyetinde 1 gece tutuklu kaldıktan sonra tanıdık bir avukat sayesinde tutuksuz yargılanmak üzere serbest kaldık. Bu antika sikkelerin nasıl bizim kasaya girdiğini bilmiyorduk ve bunu nasıl ispat edebilirdik? Yaklaşık 10 yıldır babamla çalışan Sadık isimli arkadaşla konuşmak üzere dükkana gittik. Dükkanı da zaten Sadığa devrediyorduk. Bize çay söyledi ve sohbet etmeye başladık. Sadık 5 sene önce çatıyı aktarmak için ustalar geldiğinde binanın arka tarafında dar arsaya eski çatının malzemelerinin toplandığını söyledi. Sonra kamyon gelip malzemeleri atarken babamın küçük bir kepçe çağırdığını ve arsayı da o sırada atılan molozla temizlettiğini anlattı. Kepçeye bir kutunun takıldığını ve operatörün o kutuyu babama verdiğini ve bildiklerinin bu kadar olduğunu anlattı. Demek ki o kutuda sikkeler vardı. Babam hayatta olmadığı için durumu bilebilecek tek Annem vardı. Durumu ona anlattığımızda böyle bir şeyler doğruladı ama babamın o paraların sahte olduğunu düşünüp kasaya koyduğunu söyledi. Durumu avukata anlattık. Belirli bir para cezası ödeyip durumdan sıyrılacağımızı ve paralarında İstanbul Arkeoloji Müzesine verileceğini söyledi.
Peki benim siyah sırt çantamda olan kutuda yunanca ve Osmanlıca kağıtlarda ne yazıyordu ve ağır döküm pirinç anahtar neyin nesiydi? Neden onu bizden çalan çocuğu öldürmüşlerdi? O kağıtlarda ne yazıyordu? O çocuğun katili kimdi? Polisten bir telefon gelene kadar hiç bir şey bilmiyordum. Olayla ilgili soruşturma için bizi yine emniyete davet ettiler. Gidip bildiklerimizi anlattık. Polisin görgü tanıklarından öğrendiği 50-60 yaşlarında gri saçlı bir adamın çocukla kafede oturup bir şeyler konuştuğunu sonra birlikte Hıdiv Kasrının kafesinden çıkıp gittikleriydi. Kamera kayıtları da bunu doğruluyordu.
Polisler sonra tekrar bizi arayabileceklerini söylediler. Tam o sırada tekrar Sadık aradı ve elinde o kutudaki yazılara benzer bir kağıdın olduğunu ve korkudan bunu daha önce söylemediğini vicdan azabı duyduğu için bizi aradığını anlattı. Gidip Sadıktan kağıdı aldık. El yazısı ile Osmanlıca yazılmış kağıt sanki bir günlüğün bir parçası gibiydi. Yazan kişi bir gazeteciydi ve günlükten bulduğumuz parça 8 Eylül 1944 yılında tarihlenmişti. Günlük sahibinin adı Nusrullahtı ve Türkçülük-Turancılık davasından dolayı Tophane Askeri cezaevinde yazmıştı bu sayfayı. “Ergenekon” isimli bir Türkçü dergide yazıyordu ve dergi kapatılmıştı. Bizim kutuda bulduğumuz Osmanlıca sayfalar da bu günlüğe aitti. Kimdi bu Nusrullah ve soyadı neydi? Bu günlük bizim dükkan da ne arıyordu? Birden telefonum çaldı ve telefondaki ses polislere bir şey söylersem canımın yanacağını söylüyordu.
20 sene önce bıraktığım sigarayı tekrar canım çekti. Bıraktıktan sonra 3 yıl rüyamda sigara içerken görmüştüm kendimi. Bazı alışkanlıklar insanın kanından zor çıkıyor bir takıntı hastalığı gibi. Macera tutkusu ve tehlikeli anlar yaşayıp adrenalin ile damalarımın dolması bana kalıtsal olarak geçmişti belki de. Telefonu kapayıp ne yapacağımı düşündüm.