İlk uçak yolculuğunu ne zaman yaptınız? Nereye yaptınız? İlk uçak yolculuğumu çok iyi hatırlıyorum. 1995 yılının soğuk bir Kasım ayıydı. İstanbul-Bakü uçak biletimi tek yön olarak almıştım. Taksim Cumhuriyet caddesinden gidip bizzat almıştım. O zaman böyle elektronik bilet yoktu. Bileti aldım, sevinç içinde Azeri Türkçesi ve İngilizce yazılmış olan kullanım koşullarını okudum. 3 saat süren yolculuk sonunda Bakü’ye ayak basacaktım ve üniversite okuma hayalimi bu küçük ama bize çok yakın ülkede gerçekleştirecektim. Uçuşum gerçekleşti ve hayatımda gördüğüm ilk ülke dışı ülkeydi. Yabancı ülke demiyorum çünkü çizilen sınırlar insanları size “yaban” yapmıyor. En kötüsü bu sınırlar sınırlar insanların düşüncelerinde oluşyor.
Kafanızdaki sınırlar hep başkaları tarafından oluşturluyor. Bu başkalarını siyasetçiler, aile ve çevre olarak açabiliriz. Bu diğer sınırların içindeki insanlar genelde öteki yapılıyor ve zihninizde bu ötekileri “önce insan” olarak düşünemiyorsunuz. Zihnin sınırlarını yok edecek en önemli şey sizin cesaretiniz. Size çizilen sınırların ötesine geçmek sizi siz yapıyor. Başkasının çizdiği sınırların içinde siz o başkasının çizdiği sınırdaki öteki oluyorsunuz. Eğer bu sınırları geçerseniz o zaman insan olduğunuzu ve insanların olduğunu anlıyorsunuz.
İşte bu karar sonucu çıktığım ilk yurt dışı yolculuğumda aynı millet iki devletin neden olduğunu yaşadım ve gördüm. Neden iki devlet olduğunu anladım. Çünkü aynı devlet olmamız için bu bölgeyi kontrol eden iki büyük güçten üstün bir kültür, üretim ve bilince sahip olmanız lazım.
İşte o zaman başkası tarafından aranıza sınırlar çiziliyor. Sınırların ötesinde aslında tüm insanların insan olduğunu anlıyorsunuz. Özellikle Kafkasya, Ortadoğu ve Balkanlardaki insanların kafa yapısının ufak nüanslarla birbirine çok yakın olduğunu görüyorsunuz. İran’da, Azerbaycan’da, Suriye’de, Belgrad’da, Atina’da, Kıbrıs’ta, Tunus’ta, Bakü’de vs. kendini yabancı hissetmiyorsun. Bu ülkeler çoğaltılabilir.
İnsanların davranış yapısı, samimiyeti, hayata bakış açıları ve hatta yedikleri içtikleri çok benzer. O yüzden bu insanların ortak kültürleri olan yemek isimleri, yer isimleri ve kullandıkları dil aynı gibi. Birlikte yaşayınca, bu sınırların neden konulduğunu ve burada yaşayan halklara hizmet etmediğini çok açık bir şekilde görebiliyorsunuz. Sırp “düşmanların” elinde olan Banja-Luka şehrinde bol soğanlı köftenizi yerken yaşlı Sırp bir teyze gelip çocuk arabasındaki çocuğunuzun üstünü örtüp size Sırpça nasihatler verebiliyor.
Ya da yanınıza yiyecek almadan yola çıktığınız zaman Bakü’deki Ermeni komşunuz sizden habersiz size yolluk hazırlayıp kapıdan çıkarken kendi kapısını açıp size bunu verebiliyor. Dertleşmeye başlayınca birlikte geçmişteki acılara ağlayabiliyorsunuz. Kıskançlığın, kızgınlığın, öfkenin ve sevginin ne kadar sizin dünyanızdan olduğunu yaşıyorsunuz. Bu sözlerim, başka topraklarda, başka kıtalarda yaşayan insanları asla bunun dışında tutmuyor.
New York’ta çalıştığım şirketin alacağı için gittiğimiz bir şirkette bulunan Bulgar muhasebeci ofiste bize kahve ikram edip biraz daha kalmamızı istedi. Üç kişiydik. Balkanlardan birileriyle uzun süredir görüşmediğini söyledi. Birlikte konuşup ortak kültürümüzden bahsettik. Birlikte yaşanmış hayatlar bizi daha çok yakın kılıyor.
Altıncı uçak yolculuğumda ise Moskova ile tanıştım. Dünyanın en çekici ve yaşaması en pahalı şehirlerinden biri. Bu kadar büyük ve uçsuz bucaksız bir şehrin bu kadar çekici ve güzel olması beni çok derinden etkilemişti. İlk gittiğim zaman sokakta yağ kazanında çiğ börek kızartıp satanlar vardı. Metro istasyonlarının isimleri ve yol tabelaları sadece Kiril alfabesi ile yazılıydı. Kafamdaki soğuk ve duygusuz Rus insanını orada bulamadım. Aksine her türlü milletten insanın olduğu kozmopolit bir şehir. İnsanların yardımsever ve içten olduğunu gördüm, yaşadım.
Sınırları kaldırmak elimizde! Duyduklarımızı ve okuduklarımızı değil yaşadıklarımızı aklımızda yaşamak istiyorsak cesaret mayasını oluşturup hayatımızın her tarafına koymalıyız.