1970’lı yılların Türk filmlerinde çalan müziklerden birisini duyduğum zaman sanki ışınlanma makinesine girip o yıllara gidiyorum. Şarkıların kulaklarımdan yaydığı tınılar, o şarkıları duyduğum anları ve yılları birden önüme getiriyor. Bunu hissedebilmek için bu şarkıları çalarken sosyal medyaya girmemek ve tek başınıza olmanız şart. Kendinizle baş başa ve bir parkta kulaklıklarınız takılı olarak sadece doğayı ve etrafı izleyip zaman tünelinde gezebilirsiniz.
Mesela tuvalete gittiğiniz yanınıza telefonu almayın. Tuvalete girdiğiniz de kendiniz ile baş başa kalın bakalım. Ne fikirler gelecek aklınıza. Rahmetli babamın söylediği ” Türkün aklı ya kaçarken ya sıçarken gelir” sözü aklıma geldi. Türk, bir olay karşısında ne yapmak gerektiğini hemen düşünemez. Aradan zaman geçince en doğru, sağlam bir davranış yolu bulur ve biraz geç de olsa onu uygular. Şimdi ne kaçarken ne de sıçarken kendimizle baş başa kalmaya zaman yok. Elimizde telefon birilerine cevap yetiştiriyoruz veya birinin gönderisini beğeniyoruz. O yüzden 45-50 dakika kendimize zaman ayırmalıyız her gün. Boş boş oturduğumuz ve hiç bir şey yapmadığımız anlar. Tekrar baştaki konuya dönecek olursak eski Türk filmi müzikleri ile birden 70’li yıllara gidip eski günleri hatırlıyorum.

Tozkoparan sosyal meskende 7 yaşındayım. Oturduğumuz blokta annanem ve babamın dayısı yaşıyordu. Bizim bloğun baktığı boş arazide briketten yapılmış köy kahvesi gibi bir kahve vardı. Babamın dayısı rahmetli İbrahim Dayı akşam ge saatlere kadar kağıt oynardı. Onun eşi Nevin yenge o da rahmetli oldu beni dayıyı çağırmaya gönderirdi. Dayıyı çağırmaya gittiğimde dayı bana bir Meysu söyler beni de yanında oturtur ki biraz daha oynasın. “Dayı” dediğimiz bir çok dayı olurdu ailede. Annemin dayısı, kendi dayım ve babamın dayısı. Bir sürü teyze ve hala olurdu. Benim öz halam beş tane olduğu için gerçekten de etrafımda bir sürü sevgi dolu insan olurdu. İnsanlar hep bir aradaydı. küçücük dairelerde bile hep 10-15 kişi birlikte vakit geçirirdi. Kendi dayımı da aynı şekilde Aksaray semtindeki birahanelerden çağırmaya giderdim. Bana çok büyük ibret oldular. Ölçülü içmek ve kumar oynamamak için çok büyük uyarı oldular. Onları görüp kendimi bu tehlikelerden hep uzak tuttum. Babamın “Sarı Ahmet” isminde bir amcası vardı. Etiler’deki evini kumarda kaybettiğini ve hayatını kumar adına yok ettiğini babam bize bin defa anlatmıştır. Ne kadar korktuysa rahmetli babam.

Diğer hatırladığım şey de cumartesi akşamları Nevin yengenin bir üst katında oturan Annanemin her cumartesi yaptığı çiğ börek, pişi ( mayalı ekmek hamuru kızartması) partileriydi. Eğer biraz para varsa evde kıyma alınır ve çiğ börek yapılırdı. Yanında çay tabii ki. Kola ve meyve suyu evlere girmezdi. Aile boyu denilen 1 litre kolalar cam şişede olur gazoz kapağı gibi kapağı tek seferde açılır ve bitirilirdi. Vidalı plastik kapak yıllar sonra çıktı. Pişi ise ekmek fırınından alınmış hamur ile yapılırdı. Yanında beyaz peynir ve zeytin çıkarılır büyük palaks bardaklarda çay ile yerdik. En önemli bu sırada evde dedem, dayım, yengem ve diğer koşulardan kimseler olur müthiş bir sohbet dönerdi. Biz kuzenle birlikte hamur kızartmalarını gömüp ellerimizi üstümüze silip sokağa top peşinde koşturmaya çıkardık. Plastik top almak kolay değildi. O yüzden genel de patlak topların peşinde koşardık. top bulamazsak “Kara Şimsek” izlerdik. Cumartesi günü saat 17 gibi gösterilirdi. Her dizinin günü ve saati vardı. Tüm ülke aynı saatte aynı şeyi seyrederdi.
Son Söz : Tuvalette özgür olmak için elinizden geleni yapın ve telefonu bırakın.

Aklımız Ya Kaçarken Ya S….. Mi Gelir?

Yazı dolaşımı


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir