Tatavla semtinde ( İsmi “Kurtuluş”) olarak değiştirilmiş bu kadim Rum semtinde bir apartmanda oturuyorum. Apartmanı inşa ettiren toprak sahibinin soyadı “Mısırlıyan” ama apartmanın ismi “Mısırlı” yapılmış. Bir gün Apartmana gelen su faturalarını yere bıraktıkları için posta kutularına yerleştirirken ” Serap Kalaycı ” diye bir fatura geliyor. (Kalaycı soyadını mahsus uydurdum soyadı deşifre olmasın diye.) Giriş katındaki tek dairenin kapısı açıldı. Açılan kapıdan yere ayakkabılar bırakıldı. Serop abi seğirtti ardından. Serop abi ayakkabılarını giyerken ona seslendim. “Serop ağabey bu kim? Senin soyadın ama Serap diye birine fatura gelmiş.” Serop Ağabey bana bakıp başını iki yana salladı. “Beğenmemişler her halde adımı, lan Serop diye isim mi olur diyerek olsa olsa “Serap” olur deyip ismimi değiştirmişler dedi”. Çok kızmıştım. Bir insanın ismini ona sormadan değiştirmek nedir demiştim. Çocuk sahibi olan Türkiye Hristiyanlarının çoğunun en büyük derdi çocuğun başına bela getirmeyecek bir isim vermektir. Türkçeye benzeyen uluslar arası isim seçmeye çalışırlar “Selin, Lara, Denis” gibi isimler. Bizim insan olduğumuz unutturulup bize milli kimlikler inşa ederler. Şundansın veya bundansın diye ayırırlar seni. Kötü hissettirirler sana kendini. Çünkü tanıdık olmayan bir şey insanların otomatik zihinden çıkmasını ve düşünmelerini gerektiriyor. Çullu soyadından o yüzden çok çektim. Ne zaman soyadımı sorsalar resmi daire veya başka yerlerde soyadımı kodlamak zorunda kalıyoruz Çulsuz değil tam tersi diyorum. O zaman anlıyorlar. Ya da Ç-U-L-L-U diye kodluyorum. Ortaokul boyunca soyadım “Güllü” olarak değişti. Çünkü yanlış yazmışlar. Babamın babası birinci cihan harbinde Osmanlı askeri olarak Yemende görev almış. Yemen’den Adanaya yürüyerek gelmiş. Soyadı kanunu çıkınca “Çöl” soyadını almış. Bu soyadı önce “Çöllü” sonra “Çöllüoğlu” diye değişmiş nüfus idaresine yanlışlık. Sonra “Çullu” olmuş.

Azınlık olmadığım için azınlık olmanın ne demek olduğunu hiç tamam olarak bilemedim. 45 yaşına gelene kadar bunu anlamadım. Yunanistan’a yerleşince ben de bir azınlık oldum. Fakat böyle bir baskıyı burada pek hissetmedim ve hissetmiyorum. İnsan olarak hepimiz ayırımcılığa, ırkçılığa ve milliyetçiliğe karşı çıkmalıyız. Çünkü bizi insan yapan şey, ayrışmak değil tek bir medeniyet olarak birlikte sevgi ile yaşamaktır. İnsanlara kimlikler yaratıp bu kimliklerle insanları bölmek ve ezmek bize sadece huzursuzluk ve mutsuzluk verir. Hiç bir millet veya ırk, topluluk külliyen kötü veya iyi olamaz. İyi olan bireydir. Kötü olan da aynı şekilde. Beynimizde oluşturulmuş kalıplar yüzünden sevemiyoruz, gezemiyoruz, rahat yaşayamıyoruz.

Annem kadar sevdiğim Hayguhi ablamla tanışmamız da böyle bir durumdan hasıl oldu. Üye olduğum sosyal medya grubunda Hayguhi ablayı görünce ben Ermenice selam edip, hal hatır sordum. Grup kurucusu hemen müdahale edip Grupta Türkçe dışında bir dilin kullanmanın yasak olduğunu ve sadece Türk dilini kullanabileceğimizi gayet sert bir şekilde belirtti.
Ben de protesto yazısı yazıp grupta yayınlayarak grubu terk ettim. Sonrasında çok iyi arkadaş olduk ve aramızdaki enerji bizi iki can dostu yaptı. Hayat dolu ve çok çalışkan birisi olduğu için oğlunun yönettiği bir butik pizza mağazasında yıllardan beri yaptığı yemek üretme işini tekrar ifa etmeye başladı. Onu sevenlerden birisi hem pizza dükkanı hem de Hayguhi Abla için bir video hazırlamışlar çok sevindim. Videoyu izledikten sonra hem sevindim hem üzüldüm. Hayguhi ablanın iyiliği için, sıkıntı çekmesin diye “Ermeni Kızı” anlamına gelen ismini “Güzel Kadın” olarak değiştirip yayınlamışlar. Ermeni olduğundan bahsedememişler. 10 yıl önce onları ziyaret eden Anthony Bourdain yaptığı “No Reservations” programında ondan bahsedip o zamanlar açık olan ev yemekleri dükkanı “Mutfak Dili”ni ziyaret edip yemek yemişti.O programda Oğlu Sezar da konuşmuştu. Türkiye de bir Ermeni olmak ile fikirlerini belirtmişti. Programın Türkçe altyazılı kısmında bu bölüm yoktu. Amerika’da yayınlanan kısmında vardı. Anthony soruyor “Türkiye Ermenilerinin geleceği nedir sence” diye. O da ” Nefret söyleminin yayıldığı bir yerde insanlar daha fazla olmayacak ve terkedecekler burayı” demişti. Ermeni, Rum olmak bir küfür haline getirildiği için “Hay” diyor Ermeniler kendilerine. Ermenice “Ermeni” demek. Nefret yayılan yerde insanlar duramıyor. Nefret, korku para getiriyor o yüzden yapılıyor bu.

Neden bizi ayırıyorlar? Bunu niye yapıyoruz? Bunları niye bize öğretiyorlar ve insanların beyni yıkanıyor? Çünkü beynimiz bir şekilde korku ile maniple ediliyor. Gruplara ayırıp bizi, çeşitli kutsallar ve hikayeler oluşturarak ve bu hikayeleri ilkokul çağında bize okutup, paylaşarak bizi yönetmeye başlıyorlar. Türkiye’den gitmek zorunda olan insanlar hala vatan özlemi ile yaşıyorlar. Türkçe’yi dedelerinin, ninelerinin ağzıyla konuşuyorlar. Sivas ağzıyla konuşan Ermeni abşam, Antep ağzıyla konuşan, Tokat ağzıyla konuşan abilerim var. Los Angeles’ta yaşayan Tokatlı bir Ermeni ağabeyimi aradığımda ben Türkçe “Vahe Ağabey, sen misin?” diye sorunca “Gendisir” diye cevap verirdi. Lefter Andonyadis e Fenerbahce stadında cenaze töreni yapıldığında Stepan ağabey ile birlikte ayrı ülkelerde canlı izlemiştik. Nasıl ağlıyordu. Bir Hristiyan’a hürmet ediliyor diye. Allah rahmet eylesin onu da kaybettik. Bu hipnoz dünyasını yıkan ve yıkmaya çalışan genelde sanatçılar oluyor. Yazarlar, ressamlar ve diğer sanat üreten yaratan insanlar. Yazmaya devam edeceğiz. Bu zihin ve akıl bu beden içinde yaşadıkça da gerçekleri bulmayı ve onları paylaşmayı hiç bırakmayacağım. Bize verilen üst ve alt kimliklerin hepsi yapay. Tek bir kimliğimiz var. İnsan olmak. Yeni buluşlar yapmak, hayata bir anlam katmak, birilerinin hayatını değiştirmesini sağlayacak fikirler üretmek. Fikir üreterek de üretim yapabiliriz.

Sevgi Bizim Her Şeyimiz

Yazı dolaşımı


Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir