Buket Uzuner’in “Benim Adım İstanbul” kitabını okurken 45 sene geçirdiğim doğduğum ve büyüdüğüm şehri tekrar hatırladım. Zaten insan doğduğu ve büyüdüğü ve 45 sene kaldığı şehri hiç unutabilir mi? Yirminci Yüzyılın son çeyreğinde doğmuş birisi olarak ve yarım yüz yıl yaşına gelmiş birisi olarak neler değişmiş hayat nasıl şekillenmiş İstanbul’da bunu görüp yaşadım. Zaman akıp geçerken de insan nelerin değiştiğini çok daha rahat görebiliyor. Ben doğduğum zaman 4 milyon olan şehrin nüfusu 20 milyona yaklaştı. İstanbul Belediyesi olan şehir “Büyükşehir” yani “Metropol” şeklini aldı. Bunlar tabii ki hukuki terimler ama yapılan değişimi çok güzel anlatıyor. 1970’li yıllarda şehrin sayfiye yerleri kendi içindeydi hala. Büyükçekmece, Kumburgaz, Silivri “Rumeli” yakasının sayfiye yerlerindendi. Tabii ki Kuzeydeki Kilyos köyünü unutmadan. Anadolu yakasında da ” Bayramoğlu, Kartal, Pendik, Maltepe, Suadiye sayfiye için gidilen yerlerdi. Yazları bu semtlere trenlerle akın olurdu. Banliyö trenleri sepetleri kolunda mayolu, yazlık şile bezinden yapılmış elbiseleri olan kadınlar ve çocukları ile dolardı. En kalabalık ilçe Fatihti. 1980 sayımına göre nüfusu 500 bindi. Şehirde büyük bir balık yakalama ve depolama sanayisi vardı. Sait Faik’in kitaplarda kalın balık ihraç ettiğimiz İtalya’dan Yunanistan’dan gelip balık aldıklarını yazan satırları hala geçerliydi. 1988 yılında açılan Haliç kollektörü ve Yenikapı tesisleri ile Marmara öldü. Fenerbahçe semtinde bir balıkçı kirada yaşayabiliyordu o zaman. alt komşumuz orkinos mevsiminde çok güzel para kazanıyordu 1982 yılında. Tam önümüzde Fenerbahçe dalyanı vardı.
İnşaat sektörünün gelişmesi ve şehre bir çok insanın toplanıp çalıştırılıp sanayi yaratılması için şehrin bir çok özelliği değişti. Yok edildi demek istemiyorum çünkü her değişim bir gereklilik için oluyor ve geri dönmeye çalışmak sadece canımızı acıtıyor ve başka bir işe de yaramıyor. Sadece bu güzelliklerin olduğu yerleri korumak için bize daha çok güç veriyor. Yenikapı sahilinde çakıl taşlı sahilde çay içtiğimizi ve tahta iskemlede oturduğumuzu hatırlıyorum. Tarama yapmak için balık yumurtası aldığımız özel dükkanlar vardı. İnsanların fakir olsa da peynir, pastırma gibi şeyleri arada alabildiğini çok iyi hatırlıyorum. Mesela Ataköy 9-10. Kısımlar otlaktı. Sinan Erdem Spor Salonunun olduğu yerler. Hayvancılık yapılırdı. Keza Yenibosna da aynı şekilde. SEK Süt Fabrikası vardır KOÇTAŞ olan yerde. Erenköy’de inek beslendiğini ve gidip süt aldığımızı da hatırlıyorum. Sene 1982 gibi falandı. Çalışıp, yaşamadığım ilçesi azdır sanırım. 1980’li yıllara kadar eğer “Karşı” ya geçtiysek ailecek kesin bir akrabada kalınırdı. Çünkü hem geç saatte toplu taşıma olmazdı hem de herkes muhabbeti severdi. Geç saatlere kadar oturulup konuşulurdu. İnsanlar daha alçak gönüllü ve egoları şişmiş değildi.
Kutsa günlerde önemli yerler topluca ziyaret edilir adaklar adanır dualar okunurdu. tüm komşular hep birlikte Yuşa Hazretlerine, Telli Babaya, Helvacı Babaya gidilir. Çoluk çocuk kepaze olurduk. Gülmeyin. Şehrin en uzaklarına dolmuşla in-bin gidilirdi. Bir de 1970’li yıllarda yağ, benzin, tüp Gaz gibi şeylerde sıkıntı olunca kuyruğa ya biz çocuklar gönderilir ya da topluca gidilirdi. Mesela Bakırköy’de bulunan Vita fabrikasına sana yağı almaya gitmek için minibüs tutup gittiğimizi hatırlıyorum. Blokta 60 daire varsa bunun 10 dairesinden toplam yirmi kadın gelmiştir. 6-7 yaşında biz çocuklarda anamızla tabii ki yollarda.
Bugünlük bu kadar diyelim aklıma gelince yine yazarım.