1970’ler ile 1980’li yıllarda yaşamamış insanlara o zamanı çocukken yaşamış birisi olarak anlatmak gerçekten çok hoş oluyor. O zamanın müziklerini dinleyerek anlatmak da işin başka güzel bir yanı. O zaman duyduğum şarkıları dinlerken anılarım bir bir dökülüveriyor aklımdan klavyeme. Mesela cep telefonu yok. İnternet yok. İstediğin şeyi hemen alamıyorsun. İstediğin şey de yok zaten. İki tane spor ayakkabı markası vardı 1980’lere kadar. Mekap ve Esem. Bir de Tiger diye bir marka vardı. Kitaplarınızı kaplamak için mavi renk kap kağıdı erkekler için kırmızı da kızlar için. Dışında tek tip etiket vardı. Kurşun kalem içinde faber castel ve DMO. Çok çeşit olmayınca seçmek için yorulmuyorsun. Genelde büyüklerin küçülmüş eşyaları giyilirdi. Keza yiyecek için de aynı şey geçerli. O yüzden hayal kuracak, düşlere dalacak ve bulutları seyredecek çok vaktimiz olurdu. Dünyayı gözlemlediğim için yazı yazabildiğimi düşünüyorum.

1980 darbesinden sonra her şey serbest olmaya başladı. O zamana kadar sadece Anamur muzu vardı mesela. Yılbaşında görürdük onu. Çok lüks bir yiyecekti. Yerli malları haftasını Elma, portakal, ceviz falan götürürdük. Migros ve Belediye tanzim satış mağazaları vardı. Onlarda da raflar boştu. Komünist ülkeden pek bir farkımız yoktu. Döviz taşımak yasaktı. Yabancı sigara yasaktı. Kocaman yassı takılan kasetler vardı. Otomobillerde de o tip kasetler vardı. Hala Amerikan arabaları her yerde görülüyordu. Amcam kaportacı olduğu için bu tip arabaları daha çok görüyordum. Kalın saçtan yapılmış gövdelerini amcam çekiçle döverek düzeltirdi. Önce oksijen kaynağı ile yumuşatırdı saçı tabii. Maske takmadan yaptığı için hep gözleri şişer bizde patates koyardık. Bir gün “Barış Manço’nun” “Yeni Bir Gün” albümünden çekilmiş bir korsan kaset getirdi. O kaseti Almanya’dan gelen bir “Alamancı” bir komşumuzdan aldığımız “Telefunken” marka teybe takıp dinledik. “Anlıyorsun Değil mi?” isimli şarkısı “Hani siyah kaz” şeklinde kesilip bitiyordu. Yoğurtçu gelip bize kilo ile yoğurt satıyordu. Yoğurt ve Peynir yediğimizde ağzımız süt kokuyordu. Tavuk bir günde pişiyordu. Sapsarı bir eti vardı. Tavuk yerken ellerimiz yapış yapış olurdu. Domates, Salatalık yemek için yazı beklerdik. Yeni elbiseler almak için de bayramları.

Televizyon günde iki saat yayın yapardı. Akşam saat sekizde açılıp saat on gibi kapanırdı. Televizyonun açılmasını beklerdik. O sırada kendi oyunlarımızı oynardık. Gazoz kapağı toplamak, misket biriktirmek, kibrit kutusu arkası biriktirmek en sevdiğimiz şeylerden birisiydi. Bilmediğimiz bir yere giderken hep kaybolurduk. Adresi insanlara sorarak bulurduk. Buluşmaya gittiğimizde ekildiğimiz çok olurdu. Çünkü cep telefonu yoktu. PTT jetonu taşırdık ceplerimizde. Çalışan telefon kulübesi arardık ki birisine ulaşabilelim. Evinde herkesin telefonu olmadığı için o kişinin akrabasını arayıp haber verirdik. Başka şehirlerdeki birini telefonla aramak için önce santrali arayıp yer ayırtırdık. Akşama doğru şansımız varsa o telefon bize bağlanırdı. Yoksa ertesi gün görüşebilirdik. Mektup yolu gözlerdik. Ya da kartpostal. Bayramlarda kart atardık akrabalarımızı hatırladığımızı belirtmek için. Hayat çok daha heyecan vericiydi. Ya da biz çocukken öyle hissediyorduk.

Olmak mı Olmamak mı?

Yazı dolaşımı


Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir