Toplu taşıma aracı olarak Kadıköy Kumluk bölgesinden kalan iki belediye otobüsü ile 1980li yılların Fenerbahçe semtine gidilirdi. 6A ve 6 numaralı otobüsler eski Kadıköy şehremaneti binası yanındaki otobüs duraklarından kalkardı. Otobüslerimiz 302 Mercedes’ti. Otobüslerden biri Kadıköy’den gelirken Kalamış Fener caddesine girer Belvüden geçerek merkeze gelir. Fenerbahçe halk plajının önünden geçerek Demiryolu kampını arkada bırakarak yokuşu tırmanıp orduevinin kapısının önünden geçerek sola kıvrılıp Dr. Faruk Ayanoğlu caddesini bitirerek Bağdat caddesine bağlanır oradan yine Kızıltoprak’tan geçerek Fenerbahçe stadını solunda bırakıp Kurbağalı derenin üzerinden Söğütlüleşme caddesine bağlanıp Kadıköy’e varırdı.
Orduevinin Kapısı önünden aşağıya inen Iğrıp sokaktan denize doğru baktığınız zaman 30-40 m yükseklikten yemyeşil adalar masmavi Marmara denizini ve bütün Caddebostan –Bostancı sahilinin konaklarını ve oranı andıran yeşil çam örtüsünü görürdünüz. Eski İstanbul’da karada bulunan değerli topraklarda nasıl bostan yapıldıysa aynısı denizin kuytu ve temiz yerlerinde uygulanırdı.
Bu kuytu ve balık akımı geçen yerlere kurulan ağlarla çevrili kafeslere dalyan denir ve bir nevi deniz bostanları olurdu. Sabahları sahile getirdikleri mevsimine göre kova içindeki taze balıklardan cüzi ücretlerle alıp evimize götürüp akşam annemizin kızartmasını beklerdik. 3 katlı 6 daireli apartmanımız sanki büyük bir villa gibiydi. Her katta oturanları tanır evlerine girip çıkardık. Onların neşesi bizim neşemizdi ve onların üzüntüsü bizim üzüntümüzdü. Apartman görevlimiz ise binanın bodrum katında oturan Halil Amcaydı. Yaşı 70 üzerinde olduğu için sadece ayaklarını sürüyerek ve 50cmx50cm tahta kutusuna bağladığı ipi çekerek bakkaldan aldıklarını bize getirip dağıtırdı. Günde tek servis yapardı.
Çevrede bir tane bakkal olmadığı için Dalyan semtine kadar 1km yürür oradaki marketten verdiğimiz siparişleri alırdı. Saçları sık ve dikti. Gözleri çekik ve yüzü ve alt dudağı sarkıktı yere bakarak yürürdü. Dediklerini genelde anlamazdık. Ailesi tarafında terk edilmişti. Karısı ve çocuklarını Kanada’da bir şehirde yaşıyor ve yılda bir kez çeşitli hediyeler getiriyordu. O da bu hediyeleri apartman sakinlerine satardı. O zamanlar Türkiye’de bulunmayan şeylerdi bunlar. Değişik kahve fincanı setleri ve çeşitli kozmetik ürünler gibi. En alt katta bulunan dairesinin kapısı buzlu camlı bir ev kapısıydı. Hiçbir zaman kitli olmazdı ve istediğin zaman girip çıkabilirdin fakirhanesine. Bir yatak ve darmadağınık bir odadan başka bir şey yoktu.
Biz ikinci katta sol kısımda otururduk ve alt katımızda Eser Teyze ile Adil Amca ve iki kız çocukları otururdu. Adil Amca bir balıkçıydı ve kışın genelde evde olmazdı ve karanlık gecelerde aşağıya iner çocuklarıyla oynardım. Bir oğlu ve küçük bir kızı vardı. Biz de Eser teyze ile Adil amcanın Orkinosları avlamasını beklerdik. Eğer av bereketli geçtiyse paraları olur ve en güzel yemekleri pişirirdi Eser Teyze.
Evimizin arkasında içinde çam ağaları ile dolu olan Kavala bahçesi ve onun önündeki masmavi Marmara denizi vardı. Kışın bu arsadaki ağaçlar deli gibi sallanır ve birbirlerine sürtünüp karanlığın arasında korkunç sesler çıkartılardı. Kışları gece oldu mu, balıkçı takalarının sesleri gelirdi denizden ve sallanan ağaçların karaltıları arasından gözüken takaların kısık ışıkları ve Adalarda bulun evlerin ısıkları birbirine karışırdı.
Fuel oil çok zor bulunduğu için apartmanın kalorifer sistemi çalışmazdı. Evin salonu aynı zamanda girişiydi. Kenara kurduğumuz Auer Marka sobaya aşağıda kömürlükten getirdiğimiz odun ve kömürü atardık. Evin tüm odaları aynı ısınmazdı ama geceleri mutlu bir şekilde odamızda uyurduk kardeşimle.
Bir gün salonda Adil Amcanın annem ve babamla konuştuğunu duydum benim ne kadar denizi sevdiğimi bildiğini ve bir geceliğine beni tekneyle alıp sefer çıkmak istediğini söyledi. İlkokul son sınıftaydım ve çok büyüktüm ! 11 yaşındaydım ve Annemler kabul etti. Önce küçük bir takayla Fenerbahçe koyundaki Gırgır teknesine gittik. Tekne ile açıldık ben gemideki balıkçıları ve hazırlıklarını seyrediyordum ve kapkaranlık geceye bakıyordum. Deniz yavaş yavaş azmaya başlamış ve dalgalar tekneyi bir beşik gibi sallamaya başlamıştı. Tekne Bostancı açıklarına geldiğinde teknede herkes koşuşturmaya başladı çünkü batık Ada Vordonesinin olduğu bölgeye gelmiştik. Gemi birden daha hızlı sallanmaya başladı ve dışarıda olan birkaç balıkçı ağabey denize düştü ben onları seyretmek için çıktığımda bir den ıslak zeminde ayağım kaydı ve kayarak tüm güverteyi sırtüstü geçip denize yuvarlandım. Denizin soğuğu, gecenin karanlığı ve rüzgar beni zaten sarhoş yapmıştı.
Birden bir elin denizin derininden ayağımı kavrayıp derine çektiğini hissetim. Su yutmaya başladım ve aşağı inerken eski taş kemerli bir binaya çekildim. Burada bulana büyük bir saraya sokuldum. Burası aydınlıktı. Sanki saray gibi veya manastır gibi bir yerdi. Yukarı yüzmeye çalışıyordum ama yüzemiyordum. Üşümem kesilmişti. Binanın salon gibi büyük bir kısmında gülümseyen bir yüz gördüm. 4 yaşındaki kardeşimim Halil diyemeyip “Havli Amca” dediği insandı bu! Bizim Halil Amca. Yanına yüzdüm. Otur dedi! Konuşmuyordu ama onu anlıyordum. Halime üzülme sakın dedi. Benim asıl yerim burası. Her gece buraya gelirim ve asıl dünyama dönerim. Orada vaktim azaldı zaten. Sen kendine bir hedef seç ve hayatını yaşa. Önce kendini sev ve kimseye öfke duyma! Çünkü öfke seni yakar, kül eder. Her öfkelendiğinde kül olursun ve yeniden doğmak için çaba sarf edersin. Yazık değil mi? Sev ve sevgi yarat! Bunun için geldik bu dünyaya!
Ozan Kemal Çullu

Bir Zamanlar Kadıköy

Yazı dolaşımı


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir