Atina aslında Akropolis çevresinde kurulmuş antik bir şehirmiş. 182’li yıllarda nüfusu 20-30 bin gibi. Bağımsızlık sonrası başkent olunca kaderi birden bire değişiyor. Bağımsız olma süreci 10 yılı buluyor. Bu sürecin bitiminde Atina başkent yapılıyor ve ikinci başkent oluyor. Bir Bavyera Prensi olan Otto kral yapılınca ilk yaptığı şeylerden biri Danimarka ve Alman mimarlara imar ettirmek oluyor. Neo Klasik üslupta bir çok anıtsal bina yapılıyor. Şehrin planı çiziliyor ve günümüzdeki Omonia, Syntagma (Anayasa) meydanları yapılıyor. Geniş bulvarlar ve caddeler açılıyor. 1830’lu yıllarda başlayan bu devlet yaratma ve geliştirme süreci 100 yıl sonra Ege Denizinin diğer kıyısından gelen insanlarla daha karışık bir hal alıyor. Gelen insanlar geldikleri toprakların isimlerini bu topraklardaki yeni yerlerinin ismine vermeye başlıyor. Nea Symirni, Nea Khalkidonia, Nea Philedalphia, Nea Ioanya gibi. 1922 yılında Türk-Yunan Savaşının son bulmasıyla etnik Rumlar hepsi döküldükleri! denizden karşı kıyıda kendilerini pek hoş karşılamayan ırkdaşlarına merhaba diyorlardı. Gelen göçmenlerin arasında Ermenilerde vardı. Bugün Nikaia denen bölgenin eski ismi Kokkinia semtinde teneke mahalleler kurdular. Bu mahallelerde yaşam savaşı verdiler. Bu gecekondular sonra tek katlı evlere dönüştü. Sonra Apartman halini aldılar. Aynı karşı kıyıda kurulan gecekondu mahalleleri gibi.
Türkiye-Yunanistan nüfus mübadelesi hakkındaki eleştiriler genel olarak iki husus üzerinde toplanmaktadır. Birincisi, mübadelenin mecburi olmasıdır. Onca savaş ve kötü muamelelere rağmen doğup büyüdükleri, resmi vatandaşı oldukları ülkenin topraklarda kalan insanların, temel bir insan hakkı olan “yerleşme ve seyahat hürriyeti” aksine devletler arası bir anlaşma üzerine zorla yerlerinden edilerek dilleri ve kültürleri yabancı topraklara gönderilmesinin bir “vatana iade” değil “iki sürgüne gönderme” olduğu iddia edilmiştir.[8] İkinci eleştiri hususu “milliyet” kıstasının “dini aidiyet” üzerinden anlaşılmasıdır. Yani lisan olarak Türkçe konuşanlar dahil bütün Ortodokslar Türkiye’den Yunanistan’a; buna karşılık yine lisanına bakılmaksızın Müslüman olan bütün halklar Yunanistan’dan Türkiye’ye gönderilmiştir. Hal böyle iken Katolik ve Protestan Rumlar yerlerinde kalmıştır. Bu uygulama Osmanlı “Millet Sistemi” anlayışının hâlâ işlevsel olduğunu göstermektedir. Ancak bu işlevin suistimal edildiği; Anadolu’da Müslümanların yeni devletçe kurulmak istenen ulusal birliğe daha kolay uyum sağlayacağı ön kabulünde, Müslümanlık kıstasının Türklük kıstasına baskın olmasının etkili olduğu iddia edilmiştir.
Tabii birde 1964 yılında Yunan pasaportu taşıdıkları için sınır dışı edilen insanlar var. Bu konuda da tabii ki bir yazı yazacağım. Sevgiler