Türkiye, köklü bir tarihe sahip bir ülke olmasının yanı sıra, tarihinin son dönemlerinde yaşadığı derin siyasi ve toplumsal çürümeyle de dikkat çekmektedir. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemindeki çözülme, Cumhuriyet’in ilk yıllarında başlayan ideolojik yapılar ve sonrasındaki yönetim biçimleri, günümüzdeki kokuşmuşluğun temelini atmıştır. Bu yazıda, Osmanlı’dan günümüze Türkiye’deki kokuşmuşluğun sebepleri, özellikle ırkçı ve milliyetçi eğitimin toplum üzerindeki etkisi, insanların beyinlerinin nasıl şekillendirildiği ve toplumsal çürümenin nasıl oluştuğu ele alınacaktır.
1. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e: Milliyetçilik ve Irkçılıkla Şekillendirilen Eğitim Sistemi
Osmanlı İmparatorluğu, çok uluslu yapısıyla farklı kültürlerin, dillerin ve dinlerin bir arada yaşadığı bir medeniyet olarak tarihe geçmiştir. Ancak imparatorluğun son dönemlerinde, Batı’dan gelen ulus devlet modelinin etkisiyle, Türk milliyetçiliği ve İslamcılık gibi ideolojiler ön plana çıkmaya başlamıştır. Bu dönemde özellikle eğitimdeki reformlarla birlikte, halkın milliyetçilik ve ırkçılık temelinde şekillendirilmesi, toplumsal yapıyı büyük ölçüde değiştirmiştir.
1908’de II. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte Osmanlı’da başlayan modernleşme hareketleri, aynı zamanda yeni bir eğitim anlayışının da temellerini atmıştır. Ancak bu eğitim anlayışı, çok kültürlü Osmanlı toplumunun tam tersine, Türk ve Müslüman kimliğini ön plana çıkaran bir yapıya bürünmüştür. Milliyetçi ve ırkçı eğitimin toplumun tüm katmanlarında yayılmaya başlaması, insanların beyninin şekillendirilmesinde önemli bir rol oynamıştır.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında ise, bu eğitim anlayışı daha da pekiştirilmiş, “Türk’ün aydınlık yolu” gibi kavramlarla halkın milliyetçilikle özdeşleşmesi sağlanmıştır. Öğretmenler, okullar ve devrimci ideolojiler, halkı milliyetçilik temelli düşünmeye yönlendirmiştir. Ancak bu süreç, aynı zamanda toplumu özgür düşünceye kapalı hale getirmiş ve tek bir düşünce sistemine dayalı, dogmatik bir toplum yapısının oluşmasına zemin hazırlamıştır.
2. Din, Vatan, Millet ve Atatürk: Toplumu Uyutan Araçlar
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçen süreçte, toplumsal yapının yeniden şekillendirilmesi, büyük ölçüde milliyetçilik, din ve vatan kavramları etrafında dönen söylemlerle gerçekleştirilmiştir. “Din, Vatan, Millet” gibi kavramlarla halkın zihni kontrol edilmiştir. Osmanlı’nın son döneminde de, özellikle padişahların halkı dini söylemlerle yönlendirmesi, eğitim sisteminin yanı sıra dinin de bir manipülasyon aracı olarak kullanıldığı bir dönemin kapılarını aralamıştır.
Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, başlangıçta halkı modernleşmeye yönlendiren bir lider olarak tarih sahnesine çıkmış olsa da, zamanla bu düşünce yapısının “Atatürkçülük” adı altında bir ideolojiye dönüşmesi, toplumun belli kesimlerinde eleştirel düşünme yetilerini köreltmiş ve bir tür dogmatizm oluşturmuştur. Eğitim sisteminde, Atatürk’ün izinden gitmek, onun öğretilerini sorgulamadan kabul etmek, halkın beynine kazınan bir düşünce biçimi haline gelmiştir.
Bu ideolojik yapı, toplumu uyutma amacını güderek, insanların kişisel çıkarlarını savunmalarını engellemiş, kolektif bilinçaltına vatan, millet ve din uğruna savaşmaya zorlayan bir kültür yaratmıştır. Sakarya Meydan Muharebesi gibi olaylar, Atatürk ve vatan sevgisi etrafında dönen mitlerle halkın gerçek sorunlardan uzaklaşmasına ve kolektif bir kimlik yaratılmasına neden olmuştur. Gerçeklikten uzaklaştırılan bireyler, sürekli bir dış düşman algısıyla içsel meselelerden uzaklaşmış, toplumsal sorunlara karşı duyarsızlaşmıştır.
3. Soygun, Çürüme ve Kuralların Olmadığı Toplum
Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki bu ideolojik yapılar, zamanla toplumu hem ahlaki hem de siyasi olarak çürütmeye başlamıştır. İnsanlar, sürekli olarak kendilerine ve çevrelerine “devletin ve milletin iyiliği için” hareket ettiklerini düşünerek, kendi çıkarlarını arka plana itmişlerdir. Ancak, bu ideolojiler ne kadar güzel ve kutsal görünse de, zaman içinde toplumun çürümesine neden olmuştur.
Toplumda adaletin sağlanamadığı, hukukun üstünlüğünün yerini yolsuzluk ve çıkar ilişkilerinin aldığı, insanların birbirine güvenmeden yalnızca kendi çıkarlarını düşündüğü bir ortam oluşmuştur. Sonuç olarak, hem Osmanlı’nın son döneminde hem de Cumhuriyet’in ilk yıllarında yaratılan ideolojik yapıların ve eğitim sistemlerinin etkisiyle, Türkiye bir “kuralsızlık” toplumuna dönüşmüştür. Devletin en üst kademelerinden en alt kademelerine kadar her kesim, sistemin kendilerini koruyacağına ve herkesin bir şekilde güvende olacağına inanarak, karşılaştıkları fırsatları suistimal etmeye başlamıştır.
Bu suistimaller, bireysel çıkarların toplumsal değerlerin önüne geçmesine neden olmuş ve devletin halkına olan sorumlulukları unutulmuştur. İnsanlar birbirlerini kandırarak çıkar sağlamış, adaletin ve eşitliğin olmadığı bir toplumsal düzende, herkesin birbirini soyduğu bir ortam oluşmuştur. Bu ortam, toplumda karşılıklı güvenin kaybolmasına ve sonuç olarak ahlaki çürümenin yerleşmesine yol açmıştır.
4. Sonuç: Bugünkü Çürümenin Temelleri
Osmanlı’nın son döneminde başlayan ve Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki ideolojik baskılarla pekişen bu yapılar, Türkiye’deki kokuşmuşluğun temellerini atmıştır. Eğitimdeki ırkçı ve milliyetçi yapılar, dinin toplum üzerindeki manipülasyonu, vatan, millet ve Sakarya gibi kavramlarla halkın uyutulması, toplumsal çürümenin başlangıcını oluşturmuştur. Bugün geldiğimiz noktada, bu ideolojik yapılar hâlâ büyük bir etkiye sahip olup, insanların beyinlerinin şekillendirilmesinde ve toplumsal ilişkilerde büyük rol oynamaktadır.
Ancak tüm bu yapılar, toplumu yalnızca “uyutmuş” ve “robotlaştırmış” bir durumda bırakmıştır. Gerçek sorunlarla yüzleşmek, özgür düşünceye sahip olmak ve toplumsal adaleti sağlamak için atılacak adımlar, ancak geçmişin bu çürütücü etkilerini aşarak mümkün olacaktır. Toplumun yeniden kendini bulabilmesi için geçmişteki hatalardan ders alınması, bireylerin kendi vicdanlarını dinlemeleri ve sistemin içine düştüğü kokuşmuş yapıyı terk etmeleri gerekmektedir.

