Gözlemleme ve bunları aklımda tutma yeteneği Allah’ın bana lütfudur. Bundan dolayı 3 yaşımdan beri yaşadıklarımı hatırlıyorum. Mazot, Toz, Sigara ve İnsan teri kokusunu saatlerce teneffüs ettiğim zamanları çok iyi hatırlıyorum. 5 yaşında yaptığım İstanbul-Adana yolcuğunu size anlatayım. Sene 1977. İstanbul otogarı Topkapı’da. Oradan bindiğimiz otobüs “Çayırağası” firmasının. O zaman tek otoyolu Boğaz Köprüsü çevre yolları. Topkapı otogarı bir curcuna. Her yerinden seyyar satıcıların dolaştığı bir kaos dünyası. Mevsim kış. Daha ilkokula başlamadım. Adana’daki otogar Seyhan nehri kıyısında taş köprüye çok yakın. Şimdi Sabancı Camii’nin bulunduğu yerde. Tuvaletler rezalet. Mola verilen yerlerde tuvalet girmek istemiyorum. Sıkıştığım zaman otobüste dağıtılan cam su şişelerine işitiyor beni. Rahatım yerinde. Bolu dağını dolana dolana çıkıyoruz. Ondan önce İzmit Körfezini dolaşıyoruz. İzmit’te Asya oteline uğrayıp yolcu alıyoruz. Ondan önce Pişmaniyeciye uğruyor otobüs. Hediyelik pişmaniye alıyoruz. Bolu dağının tepesinde mola veriyoruz. O zamanlar otobüslerde sigara içmek serbest. Herkes sigara içiyor. Otobüsün içi duman altı. Otoyol olmadığı için tüm dağ yolları dolambaçlı. Çok az tüne ve viyadük var. Köprüler genelde nehirleri geçmek için yapılmış. Ankara’dan geçerken dış kapı ve gecekondu semtlerini hatırlıyorum. Eski Ankara otogarı sıra sıra otobüslerin durduğu otogar olarak yapılmış bir yapıydı. Ona giderken Kore Anıtını selamlardık. Sabah çok erken Ankara’da olurdu otobüs. Sonra tekrar iç Anadolu bozkırına dalardık. Şereflikoçhisar-Aksaray derken Toros dağlarına varıp dağları tırmanırdık.

Adana’nın sıcağının sebebi olan arkasındaki Toros Dağları. Dağlar o kadar yüksek ki Kuzeyden gelecek olan havayı kesiyor. Güneyden gelen çöl sıcağı ve havası dağlara çarpıp geri dönüyor. İşte o dağları iç Anadolu’dan gelirken geçmek gerekiyordu. Tırmanırken saatler geçiyordu. Gülek boğazı ,akça tekir kısımlarında otoyollar yoktu. Dar bir yoldan uçurumlardan geçiyordunuz. Kışın geçerken evlerin önünde kesilmiş asılı duran koyunlara rastlıyorduk. 5 yaşındaki hafıza vahşet görüntülerini hiç bir zaman unutmuyor. Dağları çıktıktan sonra döne döne inerdi otobüs. Adanın yemyeşil kocaman ovası önümüze serilirdi. Çukurova. Seyhan ve Ceyhan nehrinin binlerce yıl akarak dağların önüne biriktirdiği bereketli alüvyonlu topraklar.

Babamın doğduğu ve 18 yaşına kadar yaşadığı şehir olan Adana ise o zamanlar tam bir tarım ve endüstri şehri. Pamuk ve pamuk ipliği şehrin en gözde üretim kalemi. Şehirde pamuk ekimi ve onun işlenmesi için yüzlerce tesis kurulmuş. Devlet Çukobirlik siminde bir kooperatif kurup bunu organize etmiş. Şehirdeki ilk gökdelen “Çukobirlik” yönetim binası. Şehrin cumhuriyet zamanı ilk belediye reislerinden Turhan Cemal Beriker’in isminin verildiği bulvar ve Adana Merkezi. Merkezde bulunan eski otogar Seyhan nehrinin tam yanındaydı. Oraya gelen halamlar az ötede olan Narlıca mahallesine götürürdü. Mahalle bildiğiniz düz damlardan kurulu gecekondu mahallesi. Adana’nın bu bölümünde Latin alfabeli tabelaları sökün. Arap alfabesi tabelası takın. Al sana orta doğu ve bir
Arap ülkesi. Şehirde eski kebapçılar zaten Araptır. 14.yy da şehir Memlük Sultanlığının eline geçtiğinde büyük bir Arap nüfusu şehre gelmiş. Ayrıca Kavalalı Mehmet Paşa zamanı da Osmanlı ile yapılan savaşta bir çok arap askeri şehirde kalmış.
bu günlük bu kadar.

Adana’nın Yolları Taştan

Yazı dolaşımı


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir