Şehrin göbeğinde kalmış bir kireç taşı madeninin ismi Strefi Tepesi. 9-10 katlı bir apartman yüksekliğindeki tepe apartmanlarla çevrili olduğu için pek gözükmüyor. Doruğuna çıktığınız tüm Atina’yı görebiliyorsunuz. Asıl adı “Αγχεσμός” “Aghesmos” 19.yy sonlarından 20.yy başlarına kadar “Strefi” ailesinin malı olduğu için şimdiki ismi alıyor. 1920li yıllarda taş oçağı terk edilip ağaçlandırılıyor. 1930’lu yıllarda belediye geçip “Park” oluyor. 100 yaşında çam ağaçlarıyla kaplı. Belediye o kadar bakmıyor ki evsizlerin çadır kurduğu bir pislik yuvası durumunda şu an. Dün 5 sene sonra tekrar gittiğimde belediyenin çalışmaya başladığını parkı tekrar bakıma aldığını gördüm. Ulusal Arkeoloji müzesinin tam arkasında 1920’li yıllar neo-klasik konakların yapıldığı bir alan. Sonra apartmanlara dönmüş o güzel konak ve villalar hala var. Atina hep böyle birden yükselen kiraç taşı kayalıklarla dolu. Akropolis, Lykavitos, Filopapus gibi bir çok tepe var. Hepsi de antik zamanda ilgi çekmiş ve yerleşime açılmış tepeler. Sürekli değişik şehirlere gidip gele insan yaşadığı yeri mukayese ediyor. Atina’da yaşamayı çok seviyorum. Tüm bakımsızlığı, pisliğine rağmen beni çeken bir yanı var. Hayatın doğal bir şekilde akması belki de. Bir baskı, korku veya dış etken yok.
Bu özgürlük ve samimi ortam diğer şeyleri görmezden gelmeme yol açıyor. Belki bu salaşlık şu an ki ruh halime uygun geliyor olabilir. İnsan Avrupa’ya dıştan bakınca can çekişen bir hasta adam görüyor. Yıkılmak üzere olan bir medeniyet. Çin ve Uzakdoğu bu medeniyet liderliğini tekrar eline alıp bu yürümeyen düzeni tekrar ele alacak gibi geliyor. Daha çok gezip görmek ve mukayese etmek lazım.

Sana Dün Strefi Tepesinden Baktım, Ey Aziz Atina!

Yazı dolaşımı


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir