Hem ağlayıp hem de yazıyorum. Çok değerli bir ağabeyimi kaybettim. İnsan değer verdiği insanları uzun süre göremese de değer vermeye devam eder. Kaybedince de kaybetmemiş gibi yapar. Fakat hatırlayınca o kişiyi bir daha o anıları yaşayamayacağı için de ağlar. 50 yıldan fazla Perşembe pazarında esnaflık yapmış Ağabeyimi ben 2013 yılında tanıdım. Sevgili Eşi Hayguhi Annem benim ikinci Annem oldu. Bu kadar babacan ve şefkatli bir insanı kaybetmek insana çok etki ediyor. Ev Mutfağı tarzında ev yemekleri sundukları bir dükkandı iş yerleri. Mavi ve Beyaz renkte boyanmıştı. “Mutfak Dili” isminde hava güzel olunca daracık sokakta küçük masalarda hizmet veriyorlardı. Sert görünüşünün altında yumuşacık bir kalbi vardı. Kızdığını sandığınız anda bile aslında sizi düşünen bir kelime ile niyetini belli ederdi.

Tok ve gür bir sesi vardı. Dükkanın içinde bir soba vardı. Hava soğuk olduğunda o sobada yaktığı odunların çıtırtı ile yemeğimizi yerdik. Ruhu huzur içinde uyusun. Hayguhi Annem ile Levon Babamın isimlerini değiştirerek bir hikaye yazıp kitabımda yayımlamıştım. Onu tekrar buraya yazıyorum. Hikayenin ismi “Bir Akşam Vakti”

Bir Akşam Vakti

Sabahın çok erken saatlerinde Kadıköy’den kalkan Adalar vapuruna el ele bindiler yine. Tam yirmi senedir yaptıkları gibi. Her sabah bu vapura binip yaz kış kar kıyamet demeden Büyükada çarşısında bulunan Cenevizlilerden kalma bir binada bulunan ev yemeği lokantasını açmaya gidiyorlardı. Sabahın erken saatinde kış günü hava kapkaranlıktı. Marmara denizinin üstünde uçuşan martıların sesleri geliyordu. Onların çığlıkları karanlığı yarıp kulakları dolduruyordu. Denizin kokusu set poyrazın etkisiyle yüzlerine çarpıyordu. 45 yıllık evliydiler ve bu yemek işine girdikten sonra işleri rast gitmiş isimleri tüm dünya tarafından duyulmuştu. Beyin Adı Manuk hanımın adı da Hayganuş idi. Çok ünlü yemek programı sunucuları lokantaya ziyarete gidiyor ve Hayganuş hanımın yaptığı yemeklerle ilgili fotoğraflar çekiyorlar ve özel haberlerini yapıyorlardı.
Manuk Bey yetmiş yaşında eşi Hayganuş ise altmış dört yaşındaydı. O yaşlarına rağmen bir çocuk gibi neşeli ve hayat doluydular. Günün en yoğun saatinde bile kesinlikle gülümsemeleri yüzlerinden eksik olmazdı. Lokantaları her çeşit esnaf ve iş adamı ve turist ile dolup taşardı. İstanbul’dan sadece vapurla gidilmesine rağmen öğlen vakti lokanta bayağı yoğun olurdu.

Onları tanıdıktan sonra her hafta cuma günü onları ziyaret etmeye başladım. Dostluğun ve misafirperverliğin en güzelini onlardan gördüm. Eski adetlerimizin yaşatılmaya devam etmesi ve yeni yemeklerin eskilerle harmanlanması bu ev yemeği lokantasında devam ediyordu. Günler ayları kovaladıktan sonra ilerim değişti ve ben bir Seyahat acentesinde çalışmaya başladım. Günlerden bir gün müşterimiz olan turistleri gezdirmek için bir akşam vakti Galata Kulesine gittiğimde orada bana yakından bakan bir çift Martı gördüm. Normalinde martılar simit almak haricinde insanlara yaklaşmazlar evcil değillerdir ama bu martılar evcil martılar gibi bana bakıyorlardı. İnanmak istemeye bilirsiniz ama kameraya poz bile verdiler.
Gagalarında sanki bir gülümseme var gibiydi. Sanki tanıdık gibiydiler hatta onları okşayıp sevmeme bile izin verdiler. Artık gün aşırı akşam vakitleri saat 8 den sonra Galata kulesine müşteriler götürüyordum ve her gittiğimde bu Martı çiftini görüyordum. Aradan bir süre geçtikten sonra her iki martının ayağında bulunan yüzükleri gördüm. Daha önce hiç dikkatimi çekmemişti ama bu sefer karanlık olmasına rağmen dikkatlice baktım. Bu yüzükler bana hiç yabancı gelmemişti.

Aylar bu şekilde geçip gitti işimdeki durumdan dolayı daha seyrek Hayganuş abla ile Manuk ağabeyin dükkânlarını ziyaret ediyordum. Son ziyaretimde ise daha önce hiç dikkatimi çekmediği halde gayri ihtiyarı parmaklarındaki yüzüğü gördüm. Aman Allahım! Bu yüzükler hiç yabancı değildi! Martıların ayaklarına takılan yüzüklerin aynısı!
Bu konuyu onlara nasıl açacağımı bilemiyordum ama merak içinde olduğum için ikisine birden sakin bir zamanda içeride kimsecikler yokken sordum. “Parmağınızdaki bu çok özel yüzüklerin aynısını Galata kulesinde gördüğüm bir çift martının ayağında gördüm. Bu nasıl oluyor?” Kelimeleri duyar duymaz yüzleri allak bullak oldu ve birbirlerine baktılar.
“Lütfen bana gerçeği söyleyin, kimseye söylemem!” dedim. Biraz bekledikten sonra Hayganuş abla anlatmaya başladı. “Birkaç yıl evvel gece uyurken eşimle birlikte aynı anda bedenimizde yukarı doğru çıkıp astral bir yolculuk yapamaya başladık. Kendi bedenimizi görüyorduk ve gökyüzüne doğru yükseldik. Bedenlerimizde bir martı bedenine dönüştü. İçimizdeki bir ses çevremize yaptığımız iyi davranışlar ve iyiliğimiz yüzünden ödüllendirildiğimizi söyledi. Bu yüce rabbim sesiydi. Bizde bu özelliği kazandıktan sonra her akşam iş çıkışı artık uykuya geçmeden martı bedenine dönüşüp buraya geliyoruz. Sana güveniyoruz ve sakın bunu kimseye söyleme!”
İkisinin gözlerinin içine bakıp gülümsedim ve rabbin mucizelerine inanmaya başladım. İyilik yaparak insanın ulaşamayacağı mevki yok. Şükürler olsun!

Işıklar İçinde Uyu Levon Apar (Asdvazd Hokin Lusavore)

Yazı dolaşımı


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir