Bir yerlerde duramıyom, halım çok kötü bilesin, ben yanına varamıyom, nola sen sen bura gelesin, anama ana diyesin, babama baba diyesin, sen bize gelin gelesin, nerde kaldın kibar gelin?

Bu şarkıyı ile TRT de siyah beyaz izlediğimde sene 1982 ve ben 10 yaşındaydım. Beni en çok seven insanlardan birisi de “Kibar Yengeydi” Kocaman gözleri siyahtı. Uzun sivri bir burnu vardı. Burun delikleri elips şeklindeydi. Bu kadar büyük burun deliğini ancak onun oğullarında görmüştüm. Bir yetmiş beş’e yakın bir boyu vardı. Upuzun ve dal gibi inceydi. Saçları kınalıydı bazen, bazen ise kına yakmaz ve beyaz gri saç rengi ortaya çıkardı. Upuzun açlarını bir tülbentle bağlardı hep. Kocası yani babamın amcası Adana’dan gelince hep bu semtte yaşamışlardı. O zamanlar köy gibiydi Ayvansaray ve Karagümrük. Her yer bostandı. Evet bostanların arasına sokaklar açılmış ve apartmanlar dolmaya başlamıştı ama hala bahçeli evleri olan, tavuk besleyen insanlar da vardı. Beni çok sevdiği için her hafta sonu onlara giderdik. Bize bir minibüs uzaktaydılar. 10 dakika sürüyordu. 4 tane oğlu vardı. Süleyman, Ahmet, Doğan ve Kemal. Kibar isminde tanıdığım ilk ve son kişiydi. Fatih Molla Aşkı mahallesine giriş katında bir evde yaşıyorlardı. Ben kendimi bildiğimde Doğan ağabey evliydi. Diğer üç ağabey aynı evi paylaşıyordu. Hepsi de triko işindeydi. O zamanlar Fatih triko merkeziydi. Oradaki yangın alanına (İ.M.Ç Blokları ve çevresi) yapılmış hanlarda üretim yapılıyordu. Tanrıların Arabaları isimli kitabı ilk orada okumuştum. Evin arka odaları bildiği kayaya bakıyordu. Ön tarafı ise Molla Aşkı terası ve Haliç. Öndeki boş arsada bizans zamanında kalma sur duvarı taşlarından örülmüş bir ev vardı. Hala duruyor. Boş arsaya Haftada bir gün kurulan pazarın tahta tezgahları konurdu. Şimdi orası çay bahçesi oldu. Arsanın altında roman vatandaşların teneke evleri vardı. Oradan yokuş aşağı gecekondular arsında koşarak inip terkedilmiş ermeni okulunun bahçesine inerdik. Okul bir süre atölye olduğu için giriş kapısına takılmış bir cayraskal vardı. Tam karşısında ise Surp Hraşdagabet Ermeni Apostolik Kilisesi. Mesrop Mutafyan Patrik olana kadar o kilisede adak için kurban kesilirdi. Sonra bu adet “Hristiyan dininde böyle bir adet yoktur” denerek yasaklandı.
Ahşap evlerin altından geçerken kışın çok dikkat ederdik. Çünkü soba bacaları genelde evin camlarından dışarı çıkarılırdı ve kafanıza sıcak kurum akabilirdi. O yüzden eski deterjan veya yoğurt kutularını atmayıp bacaların altına asarlardı. Eskiden hiç bir şey atılmazdı. Tüketmek yerine biriktirip tekrar kullanmak öğütlenirdi bize. Süpermarkete gittiğimizde boş raflarla karşılaşırdık. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra bir süre bu mal kıtlığı devam etti. 1983 yılında Özal iktidara gelince tüketim çılgınlığı baş gösterdi. Yıllarca tek spor ayakkabı giyip sevinirdik. Hayat kolay olmadığı için eğlenceliydi.
Kibar Yenge, 1990 yılında aramızdan ayrıldı. Aklımda bana olan şefkati kaldı. Kendi çocuklarına çok daha sert ve acımasız davranırdı. Beni torunu gibi gördüğü için belki de. Ruhu şad olsun

Nerede Kaldın? Kibar Gelin !

Yazı dolaşımı


Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir