Bu yazıyı yazma sebebim bir haftadır önce dünya sonra Türkiye olarak etkisi altında olduğumuz felaketler. Felaketlerin yaşattığı acılar ve verdiği duygular bizi çeşitli yerlere ve yönlere yöneltir. İnsanlık olarak bizi şekillendirir. Hem sosyolojik hem de psikolojik. Baba tarafım Maraş-Elbistan- Malatya ve Adana bölgesinden. Depremde hiç bir yakınımı kaybetmedim. Çok şükür. Etkilendiler ama can kaybı yok. Bunun sevincini yaşadıktan sonra medya ve sosyal medya ile haberleri izlemeye başladığımda kendimden emin olarak bu faciayı da toplumca atlatacağımızı düşünerek kendimi rahatlatıyordum. Ne zaman “Kızının Elini Tutan Baba” fotoğrafını görüp hikayesini okuduktan sonra. Fotoğrafta bir şey anlaşılmıyor önce. Bir bina yıkıntısının önünde oturmuş sakallı orta yaşlı bir adam. Üstünde kurtarma ekibinin verdiği bir palto var. Oturmuş etrafa bakıyor sağ eli cebinde ve sol elinde is bir el var. Bu elin üstünde yıkılan evin tavanı var. Tavan yani beton bloğun altında bir yatak. Yatağın üstünde küçük bir el. Kızının eli. Kızı hayatını kaybetmiş ama o hala o eli tutuyor. Gerçeği kabul etmiyor. İstiyor ki o eli ısıtsın. Korusun ve kollasın. Çünkü sorumluluğu kendisine ait bir varlık. Onu koruyamadı. Tutuyor elini. İstiyor ki devam etsin korumaya.
Bu fotoğraf sürekli önüme gelmeye başlayınca her gördüğümde ağlamaya başladım. Ağladığım şey çaresizlik. Çaresiz olmak. İnsanı en çok acıtan şey çaresizlik. Çaresizliğin verdiği anlamsızlık insanı ümitsiz yapıyor. Sonra anladım ki toplum olarak bu arkadaşın halindeyiz. Canımız yanıyor. Çaresiz hissediyoruz. Bu çok doğal. İkincil travma diye bir şey var. Gördüğümüz ve okuduğumuz şeylerden etkileniyoruz ve bizde Travma etkisi yapıyor. Birincil travma ise doğrudan Afetzede olanlar. işte o çaresizliğin bitip ümidin yeşereceği kimseler biziz sevgili dostlar. Kimseyi suçlamadan önce kendimizi sorgular ve gerçeklerle yüzleşirsek bu felaketi de anlamış oluruz. Her yirmi yılda gelen ve gelecek olan bu felaketlerin bu kadar insan öldürmesinin sebebi 85 milyon. Yani hepimiz. Bunun bilincine varmalıyız ki yakın bir zamanda olacak olan İstanbul depremine hazırlayalım kendimizi ya da 20 sene sonra olacak başka bir depreme. Bunu yapmaz yüzleşmezsek daha çok öleceğiz. Ülkemizin büyük bir kısmı fay hattında. Sürekli deprem oluyor ve olacak. Yerleşim yerlerini yumuşak zeminli yerlere kurmaya devam eder ve yaptığımız yapıları bu zemine ve depreme uygun inşa etmeliyiz. Bu kuralları katı bir şekilde uygulamalıyız. Seçtiğimiz ve bu imar kararlarını alan siyasetçileri rüşvet vererek tarlamıza, dere kenarı arsamız yüksek katlı imar almamalıyız. Ya da kaçak bina yapmamalıyız. Bunları suiistimal etmezsek siyasetçi de bunu suiistimal edemez. Dere, göl kurutarak üstüne şehir inşa etmemeliyiz. Örnek olarak Hatay. Antik çağda 250 bin kişinin öldüğü en büyük depremin olduğu bir şehre biz göl kurutarak havaalanı yapmışız. Asi Nehrinin yanında on kattan yüksek plazalar yapmışız ve uygun malzeme kullanmamışız. Bunun sorumlusu bizleriz. Eğer kendi sorumluluğumuzu almaz ülkenin fizyolojik ve doğal gerçeklerini görmez kurnazlık yapıp kendimizi aldatmaya devam edersek betonların altında can vermeye devam edeceğiz. Kimseleri suçlamamalıyız. Eğer yeni binalar yıkılıyorsa eğer değiştirmemiz gereken kendi ahlakımız. Aldattığımız kendimiz. Rüşvet vererek, kurnazlık yaprak, görmezden gelerek nereye varabiliriz. Neden bin yıllık eski şehirler yamaçlara yapılmış? Neden eski Bursa Uludağın yamacına yapılmış? Yokuşlu dimdik yere yapmışlar. Çünkü ovayı tarım için kullanıyorlar. Bir de toprak yumuşak ve çöküyor. 1970 sonrası yeni Bursa ovaya yapıldı. Nilüfer ilçesi mesela. Deprem bölgesi. Fay geçiyor. Aklımız var. Tarih var. Eğer sıvılaşma olan bölgeye gerektirdiği gibi beton yapı yapmazsan bina devrilir. Yapmamız tek gerek şey gerçekle yüzleşmek. Siyasetçi de bizim içimizden çıkıyor, mimar da müteahhit de. Eski Düzce Konuralp denen kasabasına kurulmuştu. Romalılar zamanında. Yamaçta. Sonra Türkler geldiğinde Konuralp Bey yerleşime devam etti ve ismi verildi. 1950li yılarda karayolu geçine Düzce karayolunun geçtiği ovaya yayılmaya başladı. Dereyatağı olan ovaya. O kadar hızlı büyüdü ve gelişti. Ankar aile İstanbula 2 saat mesafede. 1999 depremi ile dümdüz oldu. Orada akrabaası olan biris olarak şehrin çöktüğünü gördüm. Toprağın içine gömüldü bir çok apartman. Sadece çatısı kaldı. Şehri tekrar dağa yamaçlara yaptılar.
Son Söz : Çözümsüzseniz “Çözüm sizsiniz!”
,