Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, pireler kuaför , develer influencer satıcıyken, ben annemin pusetini tıngır mıngır sallarken çok yakın bir ülkede bir prenses yaşarmış. Yaşarmış yaşamasına ama prenses olduğunu bilmezmiş. Sapsarı saçları lüle lüle olan çok güzel bir genç kızmış. Daha çok küçükken kral babası ve kraliçe annesi ile yaşadıkları şehir dışındaki sarayın uçsuz bucaksız bahçesinin hemen dışındaki kırlarda piknik yaparken kaybolmuş. Günlerce aramalarına rağmen küçük prensesi bulamamışlar. Kraliçe çok ağlamış, kral baba çok üzülmüş ama nafile. Kaybolan prenses bir daha bulunamamış. İşte bizim bu prensesi kırlarda küçük baş hayvan otlatan bir çoban bulmuş. Çobanın yaşı “Otuz Beş Yaş” şiirinde yolun yarısında olan şairinin iki katıymış. O yaşına kadar hiç çocuğu olmamış. Prensesin zaten prenses olduğu kıyafetlerinden belliymiş. Çoban bir çocuk sahibi olma arzusuyla yanıp tutuştuğu için küçük prensesi kaptığı gibi karısının yanına götürmüş. Kırların kayalık tepelerle buluştuğu yerde küçük bir kulübeleri varmış. Karısı küçük kızı görünce çok şaşırmış ama o da kocası gibi evlat arzusuya yanıp tutuştuğu için bir şey dememiş. Karı, koca ikisi de küçük kızı sevgiyle büyütüp genç bir kız olmasını sağlamışlar. Genç kız onu bulan ve babalık yapan çoban babası gibi çobanlık yapıyormuş. Kuzuları ve koyunları sabah erken vakitte ahıldan çıkarıp otlatmaya kırlara götürüyormuş. Akşam da kuzular ve koyunlarla birlikte eve geri gelip onları ahıla sokuyormuş.
Küçük prenses koyunları otlattığı gibi yakınlarda bulunan kasabanın pazarında da bu koyunların sütünden annesinin yaptığı peynir ve tereyağını satıyormuş. Aynı zamanda bu tezgahın yanında mangal yakıp kestiği erkek koyunların etinden Adana kebabı yapıyormuş. Kesinlikle dişi koyun eti kullanmıyormuş. Adana kebabının kıymasını zıhla çekiyormuş. İçine çok az kuyruk yağı ve tuzdan başka bir şey koymuyormuş. Kebapları sardığı kebap pidelerini de kasabadaki fırından alıyormuş. Fırıncı küçük prensesi çok seviyormuş. Uzun yıllar denizcilik yapmış olan Fırıncı gittiği uzak seferlerinden birisinde Endonezya’ya gitmiş. Orada yaralı bir komodo ejderi bulmuş. Onun yaralarını iyileştirip gemiyle ülkesine getirmiş. Komodo ejderi aynı sadık bir köpek gibi fırının kapısında bağlı duruyormuş. Her gün prensesi görüyormuş. Prensese deli gibi aşık olmuş ama aşkını ona bir türlü söyleyemiyormuş. Bir gün küçük prensese aşkını ilan etmiş. Prenses de komodo ejderini öpüp onu insana dönüştürmüş. Evlenip küçük bebeler yapmışlar. Onlar ermiş Renaultlarına biz çıkalım Jakuzili Banyolarına.
ozankemalcullu.com
Bilgiye giden yol