Değerli okuyucularım. Korona salgını yeni yılda tüm ailemi ziyaret etti. Önce Ocak ayında babamı aramızdan aldı. Sonra Annem, Kızım, Eşim ve en son ben hepimize zor günler yaşattı. Ben hastalığı ağır yaşayanlardanım. Çünkü hastalık için belli bir ilaç yok. Verilen ilaçlar herkese aynı etkiyi yapmıyor. Bazıları o ilaçlarla hastalığın sıkıntılarını yaşayıp iyileşiyorlar. Ben de ise hastalık en sinsi yanı olan akciğerlere inip zatürreye çevirdi. bu nefes darlığına yol açtı. Hastalığın ilk dört günü evden çalışmaya devam ettim ama nefes almak zorlaştıkça hayat çekilmez hale geldi. Çünkü aldığınız oksijen ciğerlerinize ulaşmıyor ve daha fazla oksijen almak için kendinizi hırpalıyorsunuz. Sanki kafanıza bir poşet geçirilmiş gibi nefessiz kalıyorsunuz. Parmaktan nefes alma oranını ölçen bir alet var. Onun sayesinde bu düşüşü görmek benim hastaneye gitmem için sebep oldu. Çünkü Yunanistan’da yaşadığım bir kaç devlet hastanesi tecrübesi beni hastaneden çekinir hale getirmişti.
Bir de babamın son ana kadar hastaneye gitmek istemesi ve gittiğinde çok geç kalmış olması beni teşvik etti. Hemen Yunan 118ini çağırdık ve bir ambülans geldi. Yarım saate geldi ve bana hemen oksijen vermeye başladılar. Amacım bir an oksijene ulaşmaktı. O yüzden 95 altına düşen oksijen alma oranımı arttırmak için hastaneye gittim. 2 saat acilde bekledim. İşlemler yapıldı ve bana hemen oksijen verildi. MR ve kan testi yapıldı. Katater takıldı. 2 saat sonra tek kişilik odamdaydım. O da üzerinize kitleniyor. Nefes alma zorluğu yüzünden oksijen hortumsuz tuvalete bile gidemiyorsunuz. Bana zatürre olduğumu söylediler ve erken evrede geldiğimi söylediler. Ertesi gün antibiyotik vermeye başladılar. Verilen antibiyotik ben de alerji nöbeti yaptı. her tarafım kaşınmaya ve kasılmaya başladım ki doktorlar odama koştu. Morarmıştım ve bayılmıştım. Tokatlayıp ayılttılar ve hemen kanımı temizlediler. Odama kamera ve kalp solumum monitörü getirip beni izlemeye başladılar. Kamera için imza aldılar. 3 gün yataktan kalkmadan oksijen almaya devam ettim.
Göğsümdeki bağlı kablolardan tansiyon ve kalp atışımı izlediler. Nefes alışımda monitörden izlendi.
3 gün sonra makineden çıkardılar. Sadece oksijen almaya devam ettim. Sanki o oksijen olmadan yaşayamaz gibi gelmeye başlamıştı artık. iştahım olmadığı için gelen yemekleri zorla yiyordum. Sürekli kendime yaşamak istediğimi ve hayatta kalmak istediğimi telkin ediyordum. Gelecek planları yapıyordum. Hedef olarak tüm yemekleri bitiriyordum. Sonra yattığım yerde meditasyon yapıyordum.
7 gün sonunda oksijen hortumsuz yaşamaya başladım. Yattığım “Atina-Sotiria” hastanesi tüm çalışanları hastabakıcısından, temizlikçisine, hemşire ve doktorlarına hepsi çok destek oldular. Gördüğüm ilgi ve sevgi gerçekten çok güzeldi. Özellikle İstanbullu ve Türkiyeli olduğum için daha fazla sevildim diyebilirim. Yemekleri getiren bakıcı Müslüman olduğumu bildiğini ve bana domuz eti getirmeyeceğini merak etmememi söyledi. Ailesi İstanbul kökenli olup türkçe bilenler benle türkçe konuştu. Herkes ismimi biliyordu. Ya “Kemal” ya da “Κουλλου” yani “Kullu” şeklinde soyadımı söylüyorlardı. Bir oda da tek başına tecrit edilmek insanın gerçekten zorlandığı şeylerden biri. Cep telefonu sayesinde dünyaya bağlanıp sevgi alacağım kişilerden sevgi ve ilgi aldım.
Bu yazıyı yazma amacım bu hastalığın şaka olmadığı. Böyle bir hastalık var ve komple teorisi değil.
İnanmayanlar olabilir. Herkesin bilgilenmesi için yazıyorum. Eğer hasta olursanız sakın hastaneye gitmekten kaçınmayın. Oksijen orada. En iyi şekilde orada nefes alabiliyorsunuz. Yunanistanı sevmeme yol açan kişiler Rebetiko sanatçılarıdır. O müzik beni bu ülkeye 10 yaşındayken aşık etti. O müzik için geldim. Aşık oldum bu kültüre. o sanatçılardan birinin ismi “Sotiria Bellou” Bu aşık olduğum sanatçının isminde “Sotiria” isimli bir hastaneden tekrar doğmam bence rastlantı değil. Bilinçaltı size istediğini yaptırıyor. Bu konuda yazılarıma devam edeceğim. Sevgiyle kalın

Korona Günlükleri-17 Ben de yaşadım

Yazı dolaşımı


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir