Evde kalmanın güzel yanları var tabii ama bir süre sonra insan daralıyor. Çünkü yalnız kalmak hele de tek başına yaşıyorsanız gerçekten zor. Çünkü insan kendisiyle hesaplaşmaya başlıyor. Eğer çiftseniz bu sefer didişme başlaya biliyor. Bazılarımız itiraf etmese de insan kendisiyle sürekli konuşur. Kendisine bir şeyler söyler ve buna kendisi yanıt verir. Karnımın çok acıktığı bir gün bana biraz uzak olan Maracana Grill isimli Brezilya lokantasından bir sipariş söyledim. 30 dakika içerisinde istediğim sipariş evime ulaştı. Kapı çaldı ve ikinci katta olduğumu söyledim. Atina’da dairelerin numaraları yok. Sadece Apartman Kapı numarası var ve bulunduğun katı söylüyorsun. O kadar. Dairenin Zili üzerinde yazan isimden daireyi buluyorsun. Kapıyı açınca birden karşımda elinde naylon poşeti ve motosikletçi kaskı ile Paulo Coelho durmasın mı?
Elimde tuttuğum 10 Avro salına salına yere düştü. Gözlerim faltaşı gibi açılmış, ardına kadar açık ağzıma bakarken yakalıyorum Pauloyu.
“Nasıl yani? Dünyaca ünlü bir yazar Atina’da paketçi olarak mı çalışıyor? Neden? Nasıl? Niye Atina? ne arıyorsunuz burada? Siz kitapları onlarca değişik dile çevrilmiş bir yazarsınız. Dünyanın parasını kazanmış olmanız lazım. Heyecan için mi? Yeni bir kitap yazmak için mi? Geçici bir süreliğine olmalı? Rüya değil mi? Ama poşetteki sıcak yemeği hissediyorum.” Yüzüne bakarken yere eğilip düşmüş olan 10 Avroyu alıp düzeltip kibarca ona verdim. Paulo Coleho parayı alıp fişi elime verdi. “Portekizceniz çok akıcı ve etkileyici” dedi. Gülümseyerek baktı. Hayret dolu bakışlarla meraklı bir şekilde sordu.”Sahi, Portekizce konuşan bir Türk ve bir Yunan ile evli. Atina’da yaşıyor? bu da çok ilgi çekici bir hikaye” dedi. “Bana bir bardak Cachaça ( Şeker Kamışından yapılmış sert bir içki. Çipuro gibi) ikram edersen sana biraz misafir olabilirim dedi. Sen son servis yaptığım müşterisin. Eve gidiyordum” Davetimi beklemeden ayakkabısı ile içeri daldı. Sonra benim bakışlarımı fark edip hemen geri dönüp ayakkabısını girişteki ayakkabılığa bıraktı. ” Evet, Müslüman ülkelerde bu adettir.” deyip biraz bilmişlik yaptı. “Doğu adeti diyelim. Çin, Japonya, Hindistan gibi bir sürü Müslüman olmayan ülkede bu adet vardır.” diyerek onun yaptığı ukalalığı sürdürdüm.
Balkonu gösterip oturacak yer gösterdim. “Şansınızı evde misket limonu var. Cachaçanızı sek almazsınız her halde? Caipirinha yapıyorum ? Buzu bol mu olsun? ( Cachaça, Misket Limonu ve Buzdan oluşan bir Brezilya Kokteyli” “Evet , Lütfen!” dedi kibarca. İkimiz balkona geçip oturduk. İçimden “Ulan kimse bir şey vermeden bir şey vermiyor bu dünyada. Al gülüm, ver gülüm dedim. Karşılıksız bir şey yok mu? Hep bir menfaat için mi yaşıyoruz bu dünyada. İnsan sevdiğini bile ona iyi hisler hissettirdiği için sevmiyor mu?” Dedim içimden. Paulo bana bakıp sanki dediklerimi duymuş gibi “”İnsan sevdiği için sever. Aşk’ın hiçbir gerekçesi yoktur.” dedi. Yüzüne bakıp ” Buna gerçekten inanıyor musun yoksa kitapta güzel gözüküyor ondan dolayı mı diyorsun? “Herkes elindeki değerlere şükretmeli. Çünkü bütün günler birbirine benzediği zamanda insanlar, güneş gökyüzünde hareket ettikçe, hayatlarında karşılarına çıkan iyi şeylerin farkına varmaz olurlar” dedi bilgece. ” Sözüne devam etti ” Herkes bizim nasıl yaşamamız gerektiğine elifi elifine bildiğine inanır. Ne var ki, hiç kimse kendisinin kendi hayatını nasıl yaşaması gerektiğini kesinlikle bilmez. ” Hiç bir şey diyemeden önüme baktım. Sakince devam etti üstat ” Neden Atina? Hangi duygular sağanak olup önce kalbinde yağdı? Hangi duygu sağanakları kalbinden beyni akıp düşüncelere dönüştü? Düşünce bulutları nasıl seni üstüne alıp İstanbullardan buralara getirdi? İnsan yapmak istediğini bir gün gerçekleştiriyor. Er veya geç bilincine girmiş olan duyguların senin eylerine yön veriyor” dedi. Elini masanın üstüne koyarak devam etti. “Siz doğulu insanların kısmet dediği şey aslında sizin bilinciniz. Yaşadıklarından çıkardığın dersler senin hatalarından ve sıkıntılardan ders alıp onların aslında sana bir yol gösterici olduğunu anlatıyor. Yani başarısızlıkların, hayal kırıklıkların, aslında doğruya giden yolda geçmek zorunda olduğun yerler. Bunlardan kaçmak yerine o yüzden üstüne gitmek lazım”. “Haklısınız” dedim. “Her kim olursan ol ya da ne yaparsan yap, bir şeyi gerçekten arzu ettiğinde, bu arzu evrenin ruhunda belirir. İşte senin yaşam amacın da budur.” İçkisi bitmişti. Müsaade isteyip kalktı. Elini omzuma koyup ayrılmadan şu sözleri söyledi”Ne geçmişte ne de gelecekte yaşıyorum.
Benim için yalnızca şimdi var. Her zaman şimdide yaşamayı başarabilirsen mutlu bir insan olursun. Çünkü hayat, yaşamakta olduğumuz andan ibarettir
” Kapıdan yolcu ettim. Kendi kendime “İşte ‘Evren’in Dili’ni kavrıyorum,” dedim ve bu dünyada her şeyin bir anlamı var, atmacaların uçuşuna varana kadar. Eşime duyduğum aşk için, içimde derin bir minnet hissettim: “İnsan sevince,” diye düşündüm , “nesneler daha çok anlam kazanıyor. “Mutfağa gidip soğumuş olan yemeği poşetten çıkarıp mikro dalga fırında ısıttım. Şimdi de yaşamak güzeldi. Hem bu yemeği hem acıkan karnımı çok seviyordum.