Karantina günlerinde 6 numaralı mesajı 13033 yani Yunan Devletine gönderip sokağa attım kendimi. Psri semtinin ara sokaklarında duvar resmi ve harabe evlerin fotoğraflarını çekiyordum. İnstagram sayfamda bu fotoğrafları paylaşıp biraz beğeni toplamak istiyordum. Bu sayede eve kapanmaktan bunalmış ruhumu ve egomu tatmin etmek istiyordum. Eski bir atölye kalıntısının duvarındaki harika duvar resminin fotoğrafını çekmeye karar verdim. Atölyenin yarı açık kapısından içeri girdiğimde içeride bodruma inen demir bir merdiven gördüm. İçimden bir ses o merdivenden aşağı inmemi söyledi. Hemen karar verip aşağıya doğru indim. Karanlığı delen cep telefonumun ışığı ile bir tünele girdim. Tünel beni nereye götürüyordu bilmiyorum ama Akropolin eteklerinde bir evden dışarı çıktım.
İçeride bir çok kişi oturuyordu. Stoacıların başı Kıbrıslı Zenon, Cicero, Sokrates, Albert Camus ve Sait Faik. Beni aralarında gördüklerinden memnun olduklarını söyleyip sohbetlerine devam ettiler.

Sait Faik söze başladı “Yalnızlık dünyayı doldurmuş. sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey. burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor.” dedi. Sokrates ona cevap verdi “Sevgili Sait Faik Tüm kitaplarını okudum Toplumsal problemler seni bireysel yakınmaya itmiş. Bu anlarda karamsar tablo çiziyorsun ne yazık ki. Toplumsal çelişkiler karşısındaki tavrın öfke, yenilgi ve kaçış” Alkol alarak ve kendimizi yok ederek sorunlardan kaçmamalıyız. Benim düşüncem bu” Sokrates’in sözünün bitirmesini bekledikten sonra hepsine birden bakıp sabırsızca bağırdım. “Peki bu an için ne düşünüyorsunuz? Hepimiz evlerde hapis ve doktorların bizi kurtarmasını bekliyoruz. Bu konuda değerli fikirleriniz nelerdir? İçlerinde en yaşlısı olan Sokrates sözü aldı yine ” Eğer bir toplumda doktorlar ve hukukçular değer görüyorsa o toplum yozlaşmıştır, doktorlar değerlidir çünkü toplumda hastalıklar baş göstermiştir, hukukçular değerlidir çünkü toplumda adalet yoktur.” Albert Camus sessizce oturduğu köşesinde sigarasından derin bir nefes çekip sağ yanına doğru dumanını savurdu ve şöyle konuştu. “Tamam! Hepimiz delireceğiz, orası kesin,Çocuklara işkence yapılan bu dünyayı sevmeyi, ölünceye kadar reddedeceğim. Görünür gerçeğe rağmen, bir insanın ölümünün bir sineğin ölümünden farksız olduğu bir çılgınlık dünyasında yaşadığımızı; bu hesaplı vahşetler ve ölçülü delilikleri, insanda korkunç bir hürriyet isteği duyuran bu hapsedişi, öldüremediklerinin üzerine sinen bu ölü kokusunu, nihayet her gün bir kısmımızın fırın ağızlarında yığın yığın birikip yağlı dumanlar halinde havaya karıştıkları, başkalarının ise kendi sıralarının gelmesini mecburen bekledikleri, serseme dönmüş bir topluluk olduğumuzu sükûnetle inkâr etmek istiyoruz.Gözle görülmeyen bir ağırlığın altında eziliyorduk…. Ve bu kent ayakta uyuyanlarla dolu!

Bu dediklerini Atina için mi yoksa Paris mi bilmiyordum ama doğru söylüyordu Albert Camus! Zenon kaybetiğimiz hayatlarımız için konuşmak istediğini söyledi. Bir şeyi kaybettiğinizde “Elimden gitti.” demeyin, “Ben onu sahibine iade ettim.”deyin.Çünkü o, size ait olsaydı var olduğunuz andan itibaren ona sahip olurdunuz. Siz, sizde bulunduğu sürece ondan istifâde etmeye bakın. Sizinle o şey arasındaki ilişki, evinde oturan kişinin eviyle olan ilişki gibidir. Evde bulunduğu sürece ev onun evidir. Evden çıktığında ise ona tamamen yabancı olur.” Albert Camus hiç konuşmamış olan Ciceroya bakıp gülümsedi. Sabırsızca tekrar söz aldı ” Değil mi ki yaşam bir yerde ölümle -yani yoklukla- sonuçlanıyor, öyleyse nedir bu didinip durma, bu yedim-içtim, aldım-verdim, benim-senin kavgasının anlamı? Çiçero sonunda söz aldı ve çok güzel bir söz söyledi hepimize. “Ölüm, ölseler de şanları yok olamayacak kişiler için değil, yaşamlarıyla birlikte her şeylerini de kaybedenler için korkunçtur. Ayrıca Ruhun da bedenle birlikte öldüğünü ve her şeyin ölümle yok olduğunu savunmaya başlayan kişilere katılmıyorum.” dedi. Ben hepsine teşekkür edip bir süreliğine yanlarından ayrılmak istediğimde son sözü söylemek isteyen Sait Faik şöyle dedi. “Aranızda bulunmaktan büyük gurur duydum benim için ölüm” Önce kafasını gösterdi:
— Kafa dediğin eskir, ihtiyarlar, ölür bile insan ölmeden, dedi.
Sonra kalbini gösterdi:
— Eskimeyen, kesilmeyen şey buradadır.

Hepsiyle vedalaşıp aralarına tekrar dönmek üzere vedalaştım. Bahar gelmişti Atina sokaklarına. Her yer çiçeklerde doluydu. aynı geleceğimiz gibi.

Korona Günlükleri-11 “Sait Faik ile Albert Camus” “Bir Gerçeküstücü ile Bir Varoluşcu Atina’da Buluşursa?”

Yazı dolaşımı


Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir