Arif çocukluğundan beri yeni yerler gezip görmek istiyordu. O yüzden yabancı dil özellikle İngilizce öğrenmenin ne kadar önemli olduğunu çok iyi anlamıştı. Ayrıca kendi ülkesinin dışında bulunan insanları da çok merak ediyordu. O yüzden Lise yıllarında yani 1980lerde önce İngilizce Dil Kursuna gitti. Yeni bir dili öğrenmekle yeni bir kapı açıldı kendisine bunu çok iyi biliyordu. Çünkü insanlarla iletişim kurarak kendini ifade edebiliyor, bu şekilde hayat buluyordu. Dil kursu için gerekli parayı bulması kolay olmadı. Kara kalem resim çizmeyi çok seviyordu. Bu çizdiği kahraman resimlerini Kadıköy İskelesinin çıkışında ve Kadıköy meydanında sergilemeye başladı. Aynı zamanda hafta sonları bir tanıdığının yanına gidip Sebze halinde depoculuk yapıyordu. Kazandığı paraları biriktiriyor ve kursun taksitlerini ödüyordu.2 yıl kursa gitmiş sertifika almadan kursu yarım bırakmıştı. 2002 yılına geldiğinde biriktirdiği paraların bir kısmı ile önce bir pasaport çıkarttırdı. Sonra kendisine hedef seçti. 1000 Amerikan Doları ile en uzun hangi ülkeyi gezebilirdi? Ayrıca vize istemeyen bir ülke olmalıydı bu ülke. Hemen araştırmaları yaptı. Bu ülke ulaşımı ve yiyeceği ucuz olan bir ülkeydi. Ayrıca kapı komşumuzdu. İran ile ilgili bir “Lonely Planet” rehber kitabı alıp aşkla okumaya koyuldu. Herkes İran’da başına kötü şeyler geleceğini söylese bile o kulak asmadı.
İstanbul Laleli semtine gidip biraz İran Riyali aldı. Sonra İrana giden otobüslerin kalktığı Aksaray’daki otobüs terminaline gidip otobüse bindi. Otobüs komple İranlılardan oluşuyordu. Ayrı bir dünyaydı bu dünya. Kadınların hepsinin başı açıktı. Otobüsün yarısı giyecek eşyası ile doluydu. Yolculuk 36 saat sürecekti. 24 saatlik bölümü Türkiye sınırına kadar olan süreydi. Otobüste akşam olunca herkes alkol almaya başladı. Gece uzundu. Anadolu’nun içlerinde yolculuk devam ediyordu. Sabah olduğunda bir yerde mola verdiler. Sonra yolculuk akşam olana kadar devam etti. Arif sınıra geldiğinde kararını verdi. Otobüsle Tahrana kadar 12 saat daha gitmek yerine otobüsten ayrılıp yürüyerek sınırı geçti. Çünkü İran polisi tüm otobüsteki eşyaları indirip kontrol etmek istedi. 3 saat daha sınırda beklemek akıl karı değildi.
Sınırdaki İran Gümrük memuru Azeri ağzıyla konuşuyordu. İran’a gezmek için geldiğini söyleyip sınırdan geçti. Hemen oradaki dolmuşlarla sınırdaki küçük kasaba “Bezirgan”a gitti. Orada bir taksi ile anlaşıp 3 saatlik mesafede olan Tebrize gitmeye karar verdi. Her ülke ayrı bir dünyaydı. Bu farklı hava, koku ve değişik bir dilin tınıları onu mest ediyordu. Ayrıca ne olacağını bilemediği için esrarengiz bir duygu ile kaplanıyordu. Çünkü her gün ayrı bir maceraydı. Tebrizde gezilecek yerleri görüp 3 gün kaldı. Kendisini çeken bir duygu vardı. Yeni yerler keşfetmeli ve görmeliydi. Sabah şehrin otobüs terminaline gidip hemen bir bilet aldı. İlk durağı Tahrandır. Otobüsü az daha kaçırıyordu. Heyecanla otobüse atladı. İlk boş koltuğa oturdu. Herkes Azeri Türkçesi konuştuğu için iletişim çok kolay oluyordu. Yanındaki koltuktaki adam hemen kendini tanıttı. “Siz Türksünüz, ben İstanbul’dan konfeksiyon malzemesi ithal ediyorum. Her hafta Türkiye’ye gidiyorum. Ben Zencan isimli şehirde inip tamirde olan arabamı alacağım. Son model bir amerikan arabası. Onunla Tahrana birlikte gideriz? Ne dersiniz?” Hiç tanımadığım bu insanın teklifini kabul ettim.
Onunla beraber önce son model dediği Amerikan arabasını tamirden almaya gittik. 1979 yılında üretilmiş bir Ford Mercury Cougardı araç. İran Devrimi sonrası artık hiç bir Amerikan aracı ülkeye giremediği için tabii ki son model bir araçtı. Gümüş grisi renkte ve çok konforlu bir otomobildi. Zencan şehri Tahran ile Tebriz şehrinin tam orta noktasına denk geliyordu. Şehirden çıkıp 6 saat sonra Tahran gündüz vaktiyle vardırlar. Adamın adı Hafızdı. Çok konuşkan ve becerikli birine benziyordu. Arif bu şekilde hem yeni kültürleri görüyor hem de tek başına kalmanın korkusunu aşıyordu. Tahran çok büyüktü ama görülecek hiç bir şey yok gibiydi. Daha aşağılarda Zerdüştlerin merkezi Yezd kentine gidip onların 1000 yıllık tapınağı “Şak Şak”ı görmek istedi. Müslümanlar tüm Zerdüştleri kılıçtan geçirirken bir kısmı 1500 metre yükseklikte bu tapınağa saklanıp damlayan su sesini dinleyerek katliamların bitmesini beklemişlerdir. İşte bu tapınağa beni çeken bir şey vardı. Bu tapınağa gidip önce kendimi tanıtıp burada kalmaya başladım. Dualara katılıp tüm gün dua ederek ve dağlarda dolaşıp kendimi aramakla geçirdim iki yılımı.
Bir gece bir Ufonun tapınağın aşağısındaki çöle inmesiyle bu arayış son buldu. Ufoya binip gittim. Nebula gezegenine.