Büyük bir çoğunluğu Hristiyan Yunanistan’da yaşayan Müslüman azınlıktan biriyim.Benim adım Sami. Batı Trakya’da çeşitli Pomak köyleri vardır. Onlardan birinde dünyaya geldim. Biz aslen Slav. Bulgarız. Bazı tezler vardır Bulgarlar aslında Türk’tü sonra Slav olduğu ve sonra Osmanlılar gelince Müslüman yapıldılar diye ben bilmem. Konuştuğumuz dil Pomakça bir Slav dili. Evet içinde çok Türkçe kelime var ama Türkçe değildir.
Ekmek parası için Batı Trakya’da bulunan köyümden Atina’ya geldim. Geldiğimde yaşım çok küçüktü. 17 yaşında geldim. Şimdi Yaşım 67. İlk geldiğimde dayımın yanında kaldım. Bu Lenorman caddesinin yanında her blokta 120 dairenin bulunduğu toplu konut gibi binalardan birinde kalmaya başladım. 8 kardeşiz. Annem çalışmıyor. Köyde bir bakkal dükkanı işletiyordu anam. Onunla kardeşlerimizi büyütüyordu. Benden 1 yaş küçük kız kardeşimi köydeki ipsiz sapsız biriyle evlendirmeye çalışınca kavga edip kapıyı vurup çıktım. Tabii ki kız kardeşim o adamla evlendi. Halim adındaki bu adam hiç çalışmadı. Sürekli hastaydı. Bir de bu sol sağ olayları ile uğraşıyordu. Cunta iktidarda iken 1971 yılında hapse attılar. Hapiste üşütmüş ve zatürre olmuş. Birkaç yıl çekti sonra sizlere ömür. Kız kardeşim 3 çocukla dul. İskeçe’de kreşte bakıcılık, sonra temizlikçilik yaparak çocukları okuttu büyüttü. Sonra 5 yıl önce kalp krizinden sizlere ömür.
Atina’ya 1967 yılında geldiğimde dayımın yanında kalmaya başladım. Dayım fayansçı. Bende onunla aynı işi yapmaya başladım. Ortaokulu bitirdikten sonra Liseye bir süre gitmedim. Sonra devam ettim fakat bitiremeden ayrıldım. Bizim meslek çok meşakkatlidir. Çeşitli evlerin işlerini alırız. Bazen kiliselerin zeminlerini taşla kaplarız. . Bazen iş merkezlerinin tamir işlerini yaparız. Ekonomik kriz sonrası işler epey düştüğü için her türlü inşaat tamiri işine giderim. Bir keresinde İstanbul’da yaşayan bir akrabamıza gittim. Orada Ayasofya’yı ziyaretimde gördüğüm kubbenin büyüklüğü karşısında hayrete düştüm.
Kazara başladığım bu fayans ustalığını çok seviyorum. Aslında okusaydım mimar olmak isterdim be ya. O yüzden Dünya’nın gelmiş geçmiş tüm mimarlarının hayatını okurum hep. Onların yaptığı eserleri incelerim. Mesela Ayasofya’nın yapıldıktan 400 sene sonra o büyük kubbesi çöküyor. Sene 989. Bizans İmparatoru II.Basil ileride 1040 yılında ele geçireceği Bağrati Ermeni Krallığından yardım istiyor. Ermeni Krallığının en büyük mimarı Trdat kendine yapılan bu daveti kabul edip
Konstantinopolis (İstanbul) yolculuğuna çıkıyor. Yaptığı planla tekrar kubbe inşa ediliyor. Büyük Ermeni Mimar Trdat Ani şehrindeki Kral Gagik Kilsesi ( Surp Krikor ) ve Meryem ana Kilisesi, Անիի Մայր Տաճար Ermenice ( Anii Mayr Taçar) .
Tarihi yapılar ve onları yapanların gerçek hayatlarını okumak benim hayattaki sıkıntılarımdan uzaklaşmamı sağlıyor. İnsanoğlu elindeki imkanların ne olduğunu göremiyor. Yani elindeki bir şeye bakıp görememek gibi. Bunun için elindekilerini şükretmek gerekiyor. Şükretmek güzel ama elindekilerinin kıymetini anlamadan bu şükretmenin pek bir manası kalmıyor. Bunu anlamanın en güzel yanı bıkıp yılmadan ve korkmadan denemek. Bir şeyler istemek ve onları yapmak için müdahaleler yapmak. Denemeler yapmak. Bir daha denemek. Olmadı bir daha denemek. İşte insan o zaman elindekilerin kıymetini anlamaya başlıyor. Çünkü her denemeden eline bir tecrübe geçiyor. O deneme sırasında geçirilen süre çok önemli. Uzun yıllar yalnız kalmak gibi mesela.
Çevrendeki insanların kıymetini anlamak gibi. Asıl önemli olan ise insanın harcadığı zamanının kıymetini bilmesi. Bu harcanan zaman içinde bir değerler meydana koyması. Bunları anlayan insanların insanlığa en büyük hizmeti bu anladıklarını topluma anlatması ve yayması. Sevdiklerinizin kıymetini bilmeniz ve sevdiğiniz sizi bıraksa bile onu bırakmamanız. Özellikle kadınlar her zaman sevildiklerini hissetmek isterler. Çünkü o şekilde yaratılmışlardır. Sevdiğinizi herkese söyleyin. Özellikle erkekler eşlerinize. Yazıma şimdi ara veriyorum. Metro ile bir müşterimin evine gideceğim. Banyosunun fayansları değişecekmiş.