Baba tarafı Adanalı birisi olarak Adana ile ilgili birikimimin hiç farkında değildim. Televizyon dizilerinde izlediğim Adana ağzı ile konuşan sanatçıları dinlemeye başlamam bu konuda bende bir farkındalık yarattı. İstersem o dizideki Adanalı oyuncular gibi ben de Adana ağzı ile konuşabiliyordum. Çünkü Halalarım, Kuzenlerim, amcalarım hep benimle doğal halleriyle konuşmuşlardı. Bir de Adana’ya gittiğimde etraftaki insanları izlemek ve bunları zihnime yazmak benim için bir zevkti. 3 yaşını hatırlayan birisi olarak bir sürü şeyi aklımda tutuyordum. Ne zaman yazmaya başladım bunlar daha da çok aklıma gelmeye başladı. Okuduklarım kitaplarla birleşmeye başladı. Bunlar yazıya aktıkça araştırmam da arttı tabii. Sosyal medyanın hayatımıza girmesi ve gelişmesiyle de daha çok insanla iletişim kurmaya başladım. Bu araştırmaları yaparken yalan bilgi verilen Üniversite yayınlarını da okudum. Osmanlı zamanı üretimi elinde tutan Hristiyan azınlığın Osmanlının son zamanlarında bilinçli ve maksatlı olarak ayrıma tabi tutulup sürüldüklerini ve mallarına el konulduklarına hep gezerek, hem araştırarak hem de dinlediklerimle şahit oldum.
Mesela Adana’da şu an tek eskiden kalan kilise “Bebekli Kilse” denilen Latin Katolik kilisesi. Halbuki aynı bölgede 3 kilise daha varmış. Ermeni Gregoryen, Ermeni Protestan ve Rum kiliseleri. Bu kiliseler ortadan kaldırılmış. Adana 1990’lı yıllara kadar 4. büyük şehirdi. Çünkü Tekstil üretiminin merkeziydi. 1860larda Amerikan iç savaşı sonrası Adana iklimi ve topraklarının verimliliği sayesinde pamuk ve pamuk ipliği üretimine başlandığı için tekstil sanayisi üretiminin merkeziydi. Pamuğun çekirdeği (çiğit) ayrılarak işlenmesi ve iplik haline getirilmesi büyük bir sanayi kolu. Bu ticareti yapanlar genelde Rum ve Ermeni aileler. 1909 yılında ikinci meşruiyet sonrası ilk katliamın Adana’da yapılması boşuna değil. Saldırı sadece Ermeni ve Rumların olduğu bölgeye yapılıyor ve Ermeni evleri yok ediliyor. Diğer bir ayrıntı 1920lere yani Cumhuriyet kurulana kadar Ermeni Kiliseleri ayakta. Soykırım ile Suriye’ye sürülen Ermeniler geri geliyor. Fakat Cumhuriyetin ilanı ile tekrar mallarına el konulup sürgün ediliyorlar. En önemlisi de bu insanlar topraklarına geri dönemiyor. Bu insanlar Ermenice dua yasaklandığı için Ermeni alfabesiyle yazılmış Türkçe İncil okuyorlar. Hepsi Türkçeyi Adana ağzıyla konuşuyor. Adanalılar o bölgede zengin olmuş isim vermeyeceğim bir sürü Müslüman zengin ailenin başına gelen belaların da Ermeni ve Rum mallarını yağmaladıklarından ve kul hakkı yediklerinden olduğuna inanırlar.
Bu konuyu anlatmanın da en büyük sebebi yapılan haksızlığı anlatmanın bu bilince varmış birisini boynunun borcu olduğu düşünüyorum.
1909 Nisanında Osmanlı İmparatorluğu’da o dönemin İttihat ve Terakki iktidarının kabulüne göre olaylarda 15 bin Ermeni öldürüldü. Ermeni kaynakları, bu rakamın çok daha yüksek olduğunu iddia ediyorlar. Hangi kaynak/yaklaşım baz alınırsa alınsın, binlerce Ermeni’nin ve 1500 kadar da Müslüman’ın 1909’un nisan ayında Adana ve çevresindeki olaylarda öldürülmüş olduğu, objektif bir gerçekliktir.
Adana’daki katliamın ilginç tarafı, İstanbul’daki ünlü 31 Mart ayaklanmasının gerçekleştiği günlere denk gelmiş olması. Harekât Ordusu’nun İstanbul’a girmesi, Abdülhamit’i tahttan indirmesi, İttihat ve Terakki’nin iktidarı ele geçirmesi gibi olaylar/gelişmeler de aynı günlere denk geliyorlar.
Bu nedenle, Adana’daki katliam, bazı yorumcular tarafından ‘gerici güçler’in Adana’da da ayaklanması şeklinde değerlendirilmiş. Başka bazı kaynaklara göre ise bu olaylardan Jön Türkler yani İttihatçılar da sorumlu. Araştırmacılar bu yönden net bir şey söyleyemiyorlar. Ancak sempozyumda ortaya koyulan yaklaşımlar, Adana olaylarının, İttihat Terakki’nin daha sonra yapacağı birçok katliamın, gizli kışkırtma planlarının, çeteciliğin vb. izlerini içinde barındırdığı yönünde.
O zamanki İttihatçı iktidarın, Meclis’in de bastırmasıyla Adana olaylarını araştırmak amacıyla bir komite (ki bu komitenin içinde o dönemin Osmanlı Meclisi Mebusanı’ndaki
Ermeni milletvekilleri de görev almış) görevlendirmiş olduğudur.
Bu dönemin önemli bir özelliği, İttihatçıların içinde Ermenilerin de olmasıydı. Olayların ardından Adana’ya vali olarak gönderilen İttihat Terakki liderlerinden Cemal Bey (Paşa) olaylara katılmakla suçladığı Ermenilerin yanı sıra Müslümanları da idam ettirmişti.
Adana’daki katliam bir grup işsiz çapulcunun işi miydi, yoksa kentte önceden planlanmış ve tezgâhlanmış mıydı? Araştırmacılar, olayın başlatılmasında çapulcuların kullanıldığını kabul ediyorlar. Ancak her şeyin önceden ve adım adım planlandığına işaret eden ciddi veriler bulunduğunu da ortaya koyuyorlar.
Konuşmacılar, İttihat Terakki’nin olaylara müdahale amacıyla gönderdiği askerler konusunda bazı yorum farklılıklarının bulunduğunu da vurguluyorlar. Bazı saptamalara göre askerler özellikle kırlık bölgelerde katliama katılmış ve ortak olmuşlardı. Raporlardan, Makedonya’dan gönderilen askeri birliklerin daha özenli davranmış olduklarını da görüyoruz.
Araştırmacılara göre, Adana katliamının dikkat çekici taraflarından birisi de bir hafta gibi kısa bir sürede 30 bine yakın insanın öldürülmüş olması.
Bu katliamın, o dönemdeki diğer büyük çaplı katliamlarla karşılaştırıldığında bile, öldürülen insan sayısı açısından öne çıktığı belirtiliyor.
Sonuç olarak, tarih, Adana’da binlerce Ermeni’nin öldürülmüş, mahallelerinin yakılıp yıkılmış, kiliselerinin ve okullarının kullanılmaz hale gelmiş olduğunu yazıyor. Tarihimizin önemli dönüm noktalarından birisi olma özelliğini taşıyan bu katliamın yok sayıldığını ve görmezden gelindiğini görüyoruz.
Bunları Adana’daki yakınlarıma ve ailenin büyüklerine sorduğumda kesin bir bilinmezlikle karşı karşıya kaldım. Aynı 15-25 bin insanın öldürüldüğü, şehrin merkezindeki mahallelerin yakılıp yıkıldığı olaylar hafızalarda hiçbir yere sahip değildi.
Adana 1909 olaylarının irdeleniyor olması, tarihçilerin bu konuyu belgelere dayanarak araştırıyor ve tartışıyor olması, bu açıdan önemli. Bununla birlikte, bu ülkede tarihle yüzleşmek konusunda önemli bir yol alındığından söz etmek için elbette ki henüz çok erken.
Tarihimiz, yalnızca zaferlerimizden ve uğradığımız haksızlıklardan ibaret değil. Bu coğrafyada sadece kahramanlık destanları yazılmadı. Bu coğrafyanın tarihi birçok farklı şeyi de yazıyor. Tarihimiz, içinde suçlar ve acımasızlıklar da barındırıyor. Yapılan araştırmalar, bizi bu gerçeklerle adım adım yüzleştiriyor.
Bu konular gündeme geldiğinde bazı çevrelerin rahatsız olduğunu biliyorum. Bu rahatsızlığın bazı nedenlerini anlayabilmekle birlikte, ona anlam vermekte, onun arka planındaki psikolojiyi tam olarak kavramakta zorlanıyorum.
Tarihimiz, acısıyla, tatlısıyla, suçları ve masumluklarıyla bizim tarihimizdir. Tarihi doğru öğrenmek ve doğru yorumlamak, geleceği doğru ve sağlıklı kurmanın temelidir.
Tarihimizi ve geçmişimizi olduğu gibi kabul etmekten kaçmak gibi bir lüksümüz artık yok. Asıl cesaret ve asıl mertlik, bilek gücünde değil gerçeklerle yüzleşebilme gücünde saklı.