Bazen kendimi aynı Evliya Çelebinin hikayesindeki gibi hissediyorum . Kendisinin anlattığına göre bir rüya üzerine meşhur gezilerine başladı. 1040 Muharrem ayının Aşure Gecesi (19 Ağustos 1630) gördüğü rüya şöyledir: Rüyasında İstanbul’da Yemiş İskelesi civarında Ahi Çelebi Camii’ndedir. Orada muazzam bir cemaat vardır. Dikkat eder, İslam peygamberi Peygamber Muhammed’i baş tarafta görür. Dört sadık halifesi ve diğer ashabı da hep oradadır. Peygamber Muhammed’in yanına gidip ondan şefaat dilemek arzusundadır. Ama bir türlü cesaret edip de gidemez. En sonunda bir cesaretle gidip “Şefaat ya Resulullah” diyeceğine, “Seyahat ya Resulullah” der. Böylece, 70 yaşına kadar sürecek ve Çeşitli tehlike, sıkıntı ve hadiseler geçirmesine rağmen vazgeçmeyeceği seyahati başlar. Bu camii hala ayaktadır ve aslına uygun restore edilmiştir. İçinde çok namaz kıldım ve dua ettim. Benimde 13 yaşında Denizcilik okuluna kayıt olmayı istememle ortaya çıkan bu olgu ömrüm boyunca devam etti. Nerede bulunursam bulayım duramıyorum ve geziyorum. 50 yaşında gelip biraz geri doğru baktığımda bunu daha ne görebiliyorum. Bana normal gelen ama gerçekten normların üzerinde olan bir sinerji, devinim ve hareket etme isteği. Denizcilik Lisesinde haftanın üç günü staj için gemiye gidiyordum. İstanbul Şehir Hatları işletmesinin gittiği her yere staj yaptığım gemilerle gitmişimdir. 16 yaşında gemileri yanaştırıyordum. Tabii bir de Kadıköylü olmanın verdiği uzaklık da var. Babamın dükkanı Beyoğlu-Kasımpaşa ve evimiz Kadıköy’de olunca her gün Asya ile Avrupa arasında mekik dokuyorduk. Eskiden Rumeli yakası ile Anadolu yakası denirdi. Çocukluğum daha 10 yaşından itibaren o vapurlarda geçince 15 yaşında o vapurlarda bana staj yapmak normal geliyordu.
Şimdi bakıyorum da aslında olağan değilmiş. Ailemde denizci falan yoktu. Karadenizli değilim. Bizim sınıfta Karadenizli olmayan iki kişi vardı. Geriye kalan çocukların %99 u aileden Denizci ve Karadenizliydi. Şu ana kadar 24 ülke ve Türkiye’de yüzlerce şehir ve kasaba gördüm. Kadıköylü olup gemi düdüğünü özlemeyen veya normal gelmeyen var mıdır? 1980’li yıllarda çok daha sakin ve vapurda herkesin bir birini tanıdığı bir semtti. Çarşı içindeki esnafı bilirdik. Bir de biz Kadıköy’den Fenerbahçe’ye otobüsle giderdik. O zaman insanlarda otomobil yok. Telefon yok. Hayatın tadı o zaman daha çoktu. Çünkü belirsizlik, heyecan ve uğraşı daha çoktu. Birisiyle buluşurken beklemek, gelip gelmeyeceğini bilmemek, gideceğin yerin adresini bulmak, insanlara adres ve yön sormak. Birisine gidince evde bulamamak vs.
Zaten seyahatin en tatlı yanı da bu belirsizlik ve konfor alanının olmayışı. Garanti yok. Her şey hayatın kendisi gibi değişken. Aynı ilk çağlardaki avcılık zamanı gibi belirsiz. Zaten hayatı güzel kılan da bu. O yüzden bu konfor alanında çıkıp hayatın gerçekleri ve sürprizleri ile karşılaşıp yenilenmek ne güzel. Bu bana çok büyük enerji ve gençlik veriyor. Belki de benim için hayatın anlamı bu. Sevdiğim ve neşe bulduğum en önemli şey. Sizlere de hayat amacınızı bulacağınız günler dilerim. Tabii ki eğer bulduysanız da onunla mutlu ve sağlık günler dilerim.