Yaklaşık 1 aydır süren Karabağ savaşı 3 kez ateşkes ilan edilmesine rağmen hala devam ediyor. Savaşın acısını sadece onu yakından yaşayanlar bilir. Size 25 sene evvel başımdan geçen bir anımdan bahsedeceğim. 1995 yılında Azerbaycan Respublikasının Bakü şehri Karabağ’dan sürülmüş olan yaklaşık 1 milyon kişi ile dolmuştu. Kapısı penceresi olmayan evlerde çok kötü koşullarda yaşıyordu insanlar. Gelen insanların çoğu 1990 yılında kaçırılan Bakü Ermenilerinin evlerine yerleştirilmişti. Bu evleri 2.Cihan Harbi sonrası esir alınan Alman esirler inşa etmişti. Bu gelen göçmenlere Azeriler “Kaçkın” diyordu. Bu coğrafya üzerinde Rus ve İngiliz mezalimi görmemiş halk var mıydı? Bu coğrafyanın insanı bu kadar acı çekmesine rağmen hala bu iki kültüre özenmesine ne demeli? Stockholm Sendromu gibi bir şey bence.
Benim dedem de bu kaçkın ailelerinden birinden gelmişti. Selanik Balkan Savaşında Eski Helen Krallığına hiç savaşmadan bırakılınca 1912 yılında ailesi 8 çocukla Edirne’ye kaçmış Dedem orada 1917 yılında doğmuştu. Bugün Atina’da Eski Helen Krallığının Alman-Danimarka asıllı kraliçesi Aleksandras adının verildiği caddesinde yürüyordum. “Abelokipi” istasyonundan çıkıp Panathinaikos Futbol Takımının yıkılmak üzere terk edilmiş olan Stadının önünde yürürken yolun karşısına bakmakla ağzım bir karış açıldı.
Sovyet-Alman tarzı “Mikro Rayon” ya da bizim Tozkoparan- Esenkent tarzı “Sosyal Mesken” denilen evler karşımda duruyordu. 1922 yılında Anadolu’dan sadece Hristiyan olduğu için kaçırılan insanlar için Yunan Hükümetinin 1935 yılında yaptığı “Bauhaus” tarzı evlerdi bunlar. Fakat o kadar kötü şartlar içindekiler ki kelimeler anlatmak için kifayetsiz kalır. Bu satırları yazabilmek için bir kaç duble Uzo ve acılı Rebetiko dinlemek lazım. Hem de saatlerce. Demek o yüzden bu insanlar eğlenmeyi çok iyi biliyorlar. Hayatları acı ve hüzün üzerine kurulu. Binalar terk edilmiş ancak bu sefer binaları şimdi gelen göçmenler işgal etmiş. Elektrik yok, Su yok. Elektrik dışarıdan kablo ile getiriliyor. Kapılar zincirlenmiş. Kesif bir dışkı ve sidik kokusu kaplıyor her tarafı.
Binaların etrafı Yunan Anayasa Mahkemesi, Devlet Hastanesi, Kanser Hastanesi gibi kamu binaları ile çevrilmiş. Hepsi Dev gibi büyük ve yüksek. Modern ve Temiz. Bu binaların arasında aynı çürük diş gibi duran bu mimari miras ilgi bekliyor. Mimar tarihinin çok değerli bir evresinin ürünü bu binalar. Yığma taş malzeme ile yapılmış. Duvarlar taş duvar. Beton ve çelik çok az yerlerde kullanılmış. Elden geçirilirse çok güzel bir müze şehir olabilir.
Bu terk edilmiş yerleşkenin şimdiki müdavimleri de yine kaçtıkları ülkede istenmeyen insanlar. Türkiye’de düşünce suçlusu veya yasa dışı ilan edilmiş örgütlerin sempatizanları bu konutlarda kalıyor. 1935 yılında 8 blok olarak yapılmış olan bu sosyal meskenler 228 daireden oluşuyor. 1945 yılında Yunan İç Savaşında Yunan Komünistleri burasını ele geçiriyor. Yunan Hükumeti ve İngiliz ordusu bu evleri top ve kurşun yağmuruna tutuyor. Bu savaşın izleri hala binaların üzerinde duruyor. Bu iç savaş sonrası direnişin simgesi olarak buraya bir anıt dikiyorlar.
Mimarlık tarihini sevenlerin mutlaka görmesi gereken bir baş yapıt. Mutlaka ziyaret edilmeli.
ozankemalcullu.com
Bilgiye giden yol