Bu yazıyı yazmak için bir türlü ilham gelmiyordu. Bayağı bir zaman geçti ben ekrana bakıyorum ekran bana. İlham getirecek sesi buldum sonunda! “Dusty Springfield – Son of a Preacher “ Türkçeye “İmamın oğlu” diye çevirebiliriz tabii ki. Şarkıyı dinlerken ruhum birden bedenimdem çıkıp 2004 senesine doğru gitti. Artık Atina’da ve günümüzde değilim.
New York’un La Guardia havalanındayım ve Kuzey Batı Arkansas Havaalanına uçacağım. Uçağımız küçük bir uçak hani şu özel jetler gibi. Uçakta toplam 30 koltuk falan var ve uçağa binince kendinizi uçak değilde sanki küçük bir kabine girmişsiniz gibi hissediyorsunuz. Neyse uçak kalktı. Ney York’un yoğun insan ve bina trafiğinden sonra gideceğimiz yer Amerika’nın ortasında bir yer. 4 saat sürecek yolculuk ve yine çok heyecanlıyım. Belli bir süre sonra konuşma isteği duyuyorsun. Yanımda tek koltuk var onda oturan kız sordu “Nerelisin? “Neden buraya gidiyorsun?”Ne işin var “ Hiçliğin Ortasında?” Kızın yüzüne bakıp sorularını cevapladım. Hiçliğin ortasını ise anlamadım. Neden hiçliğin ortası? Bildiğim tek şey vardı. Dünyanın en büyük hiper marketlerinden birinin “Wal-Mart”ın genel merkezine gidiyorum. Nasıl bir hiçlik olabilir.?İnsan yaşayınca anlıyor gerçekten. Uçak çok modern bir havalananına indim. Bölge Arkansas, Oklahoma, Missouri, Kansas eyaletlerinin birleştiği yerdi. Fakat bu eyaletlerin en sapa en boş bölgesi. Bölge ormanlar ve büyük çiftliklerden oluşan muazzam büyük bir arazi. Bentonville ve Rogers kasabaları Wal-Mart büyüyünce birleşmiş. 40 bin kişilik nüfusun 20 bini Wal-Mart’ta çalışıyor.
Biz oraya gidince bir amerikan kamyoneti kiralayıp otelle Wal-Mart arasındaki yolculuklarımızı gerçekleştirdik. Bölgenin geçim kaynağı Tarım, Wal-Mart ve Orduya asker yollamak. Çok güzel para alıyor askerler ve o yüzden genelde savaş çıkararak Cumhuriyetçi Parti kazanıyor bu bölgede. Gündüzleri sattığım gümüş ziynet eşyalarını tanıtmak için Wal-Mart merkez binasına gidiyoruz. Binaya girerken arama yapıyorlar. Sonra binada kaldığınız zaman ne harcarsanız ücretli ! Misafirler ve Satıcılar herkes kendi yiyeceğini ve içeceğini para ile alıyor. Çalışanlar dahil ! Otomatlardan veya büfelerden gidip her şeyi para karşılığı alabiliyorsunuz. İki katlı binanın büyüklüğü İstanbul Atatürk Havalananına dış hatlar terminali kadar diyebilirim. Binanın içi çeşitli paravanlar ve koridorlarla bölünmüş. Çeşitli odalarda satıcı-alıcı herkes her gün eğitim görüyorlar. Koridorlarda ve eğitim odaların şirketin kurucusu Sam Walton’ın özdeyişlerini duvarların en üstüne etkileyici bir şekilde puntolarla yazılmış olarak okuyorsunuz. “Her şeyin anahtarı beklentileriniz her zaman yüksekte tutmanızdır!” ya da “Tek patron müşteridir ! Başka bir şirketten alış veriş yaparak bulunduğunuz şirkette başkanından kapıcısına kadar herkesi işten kovabilir” “Müşterinizi siz dinlemezseniz dinleyecek birileri çıkacaktır!”Sam Walton’dan biraz bahsedecek olursak bu hiç-sizliğin ortasına av için geliyor. Orduda asker aslında. Bu bölge hanımının memleketi. Fakat fişek alacak dahi bir yer bulamayınca 1960 yılında ile dükkanı açıyor. Sonra Allah yürü ya kulum diyor ve dünyanın en büyük firmalarından biri haline geliyor firma. Kendi yazdığı kitabı bile mağazasında indirimle satıyor. 5,75$ değil 3,75$ gibi. Alıcılara ürünlerimizi beğendirmeye çalıştığım bir akşam tek başıma otele gitmek için kamyonete binip yola çıktım.
Akşam karanlığında bildiğim yoldan giderken karanlığın içinde birini gördüm. Aracı sağa çekip yanıma gelmesini bekledim. Aracının bozulduğunu ve ve elindeki çekme halatını göstererek benim aracını çekerek en yakın tamirciye götürmemi istedi kabul ettim. Önce aracının benim araca bağladık. Sonra yanıma oturdu. Kendini tanıttı. İsmi Frank aslen Fransız. Eskiden buraları Yeni Fransa iken ataları buralara gelmiş ve kalmışlar. 20 dakika sonra tamirciye vardık. Bana çok teşekkür etti. Dönüş yolunu tarif etti. Anladığımı söyleyip teşekkür edip ayrıldım.
Fakat anlamamıştım işte ve kayboldum. 1 saat dolaştım ama hiç bir yere ulaşamıyordum. Cep telefonum yoktu. Otelin numarası yoktu. Yol kenarında bir benzinciye girip otelin ismini verdim. Bana yolu tarif edip bir de harita verdiler. Tuvaletim gelmişti. Tuvalete girdim ve tam çıktığımda birden yan taraftan Fransız devlet adamı Napolyon çıktı. Nasıl bu toprakları hektarı 7 amerikan sentine sattığını anlattı. Tuvaletten çıktık. Benim araca bindi otele kadar bana eşlik etti. 1803 yılında gelecekte tüm Avrupayı birleştirip hepsinin tek imparatoru olmak istediğini o yüzden bu toprakları sattığını söyledi. 2 milyon km2 büyüklüğündeki topraklarda şu an 14 eyalet vardı. O zaman ki parayla 15 milyon Amerikan Doları. Para ile yeni savaşlara girdiğini Rusyayı işgale gittiğini ama sonunda mağlup olup geri döndüğünü ama hiç pişman olmadığını söyledi. Kendisine hürmetlerimi iletip ruhuna huzur diledim.

Hiçliğin Ortası: Arkansas’ta Bir İstanbullu

Yazı dolaşımı


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir