Serin bir Nisan gecesiydi. Eski bir ford escort araç ile Antalya’nın bir gece kondu mahallesinde oturuyordum. Şehir merkezinden kontrolsüz bir şekilde bir dağın tepesinde olan gecekonduma doğru tam gaz yol alıyordum. Aldığım alkolün etkisi ile kafam iyiydi. O zaman içinde bulunduğum vücudun ismi Mehmet Şevki Meşeydi. 1992 yılıydı. 46 yaşındaydı bu vücut. Ben ise binlerce yıl yaşında bir ruh. Yolculuğum sonsuza kadar kadar devam edecek. Buna gönülden inanıyorum. İçinde bulunduğum vücut huzursuz bir ailede yetişti. Sürekli kavga ve huzursuzluğun olduğu bir ortamda. Evet bu vücudu ben seçmiştim. Bu aileyi ben seçmiştim. Gelişmek ve olgunlaşmak için buna ihtiyacım vardı. Babam Selanik göçmeni Annem ise Gönenli bir Manav yani yerleşik Türktü. İşte o gece 1992 yılının soğuk bir Nisan gecesi 160km hızla giden araç birden kontrolden çıkıp kurumuş bir dere yatağına uçtu. Eve çok yaklaşmıştım. Araçtan çıktım. Sürünerek doğruldum. Kah yürüyerek kah düşüp emekleyerek evi buldum. Kafam bir dünya. İçimde bir sıcaklık. Tenimde bir üşüme. Zor bela anahtarlı bulup evin kapısını açtım. İçerisi bir kaç saat evvel kızartılmış kabak ve patlıcan kokuyor. Tek katlı gecekonduyu inşa etmemiz 2 yıl sürdü. Bir sürü borcumuz var. Eşim hemşire o gece Sigorta Hastanesinde nöbetçi. Eve ancak sabah gelecek. Oğlum Ahmet Erol Side ilçesinde bir otelde muhasebecilik yapıyor.

Tuvalete gidiyorum. Tuvaletim simsiyah. Acayip titriyorum. İçimde bir alev ama vücudum buz gibi yanıyor. Neden her şeye kafamı takıp sonra gidip içiyordum? Neden gerçeklerle yüzleşmek yerine kaçıyordum? Neden bunun farkında değildim? Bu vücut içinde öğrenmem gerekenlerde bunlardı demek. Yatağa üzerimdeki elbiseler ile yatıyorum. Son yatışım oluyor. İç kanamadan ölüyorum. 20 yıllık eşim Leyla sabah eve geldiğinde beni ölü buldu. Ben ise tüm olanları artık o vücudun dışında olarak seyretmeye başladım. Annem manav türkü olduğum için çekik gözlerim var. Kestane rengi saçlarım. 180cm boyum ve taraklı ayaklarım vardı. Alkole 17 yaşında başlamıştım. 25 sene sürekli alkol kullanımı yüzünden yüzüm biraz şişti. Çok yakışıklıydım.

Bedenimden çıkıp etrafı izlerken odanın içindeki eşyaları inceliyorum. 1969 yılından kalan bir fotoğrafım var. Bir düğünde twist yapıyorum. Yanımda ablam. Saçlarım dağılmış. Gözlerim kısık. Ağzım zevkten açılmış. Yüzüm terli. Gülüyorum. Kollarım iki yana açılmış. Üstümde siyah bir takım elbise. 3 düğmeli. Bayağı dar kalıp kesilmiş. Paçalar kısa. Çoraplarım siyah. Bu düğünden 2 yıl sonra kendi düğünümde böyle dans ettiğimi hatırlamıyorum. Yan tarafta eşimle düğünde çekilmiş fotoğrafımız var. Suratımız asık. O beyaz gelinlik içinde ben yine siyah bir takım elbise. Fotoğraflar siyah beyaz. Takım elbisem belki koyu lacivert olabilir ama hatırlamıyorum. Sadece ne kadar gergin olduğumu hatırlıyorum. Aksaray Haseki semtinde eskiden oturduğumuz büyük paşa konağı müştemilatının tam karşısında bulunan Kızılay Hemşire Okulu aklıma geliyor. Onun bulunduğu ahşap konak. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde genelde Osmanlı Sülalesine mensup kişilerin veya yakın olan kişilerin çoğu yurt dışına çıkarıldığı için konaklarına el konulup bu binalar okul haline getirilmişti. İşte bu hemşire okulunda tanıdım Leylayı. Kara kuru esmer bir kızdı. Kısa boylu. Sessiz. Hayatımın aşkıydı. İlk kez aşkı onunla tattım. Çünkü eve giriş çıkışımız dahil her şey kontrol altındaydı. Babam içip eve her geçe sarhoş gelirdi. Annemi döverken hatırlıyorum onu. Annemin, Babamın, Dayımın hoşuna gitmeyen bir şey yaptığımızda cezamız belliydi. Bir odaya hapis veya kayış ile dayak. Bizim yaptığımız şeylerle ilgilenen veya onay veren kimse yoktu. Evimizin bahçesi bir dönümden büyüktü. Bahçede yılan, baykuş bile vardı. 1950’li yıllarda Menderes Vatan ve Millet bulvarlarını açmadan önce bölge sanki hala 1800’lerin sonunda yaşıyordu.Ben 10 yaşındaydım koca iş makineleri gelip tüm konakları yıkmaya ve geniş bahçeler ve yollar açmaya başladı.O Bahçelerde yaşayan binlerce hayvanda yok oldu. Kirpiler, yılanlar, baykuşlar hepsi. Gazetelerde çıkan haberlere İstanbul temizleniyordu. Açılan bulvarlarla İstanbul modern bir görünüme sahip oluyordu. Aslında devletin parası bu gibi şeylere harcanarak heba ediliyordu.

(Hikaye yarın devam edecek)

Meşe ve Yapraklar (1)

Yazı dolaşımı


Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir