Son yıllarda Türkiye’de yaşanan çözüm süreci, bölgedeki en kritik dönemeçlerden biri olarak kayda geçti. PKK, 1984 yılından bu yana sadece Türkiye’nin güneydoğusunda değil, ülke genelinde terör eylemleri gerçekleştirdi. Başta Güneydoğu Anadolu Bölgesi olmak üzere, Batı, Orta Anadolu ve Marmara gibi pek çok farklı bölgedeki şehirlerde de PKK’nın saldırıları gözlemlendi. Bu eylemler, sadece askeri hedefleri değil, sivillere yönelik saldırıları da içeriyordu. Bombalı saldırılar, suikastlar ve yol kesme gibi eylemlerle Türkiye’nin dört bir yanında korku ve huzursuzluk yaratılmıştır. PKK, zamanla bu terör eylemlerini genişleterek ülkenin hemen hemen her köşesine yaydı. Bu nedenle, PKK’nın eylemleri sadece bir bölgenin meselesi olarak görülemez; tüm Türkiye’yi etkileyen bir terörist yapılanma haline gelmiştir.
PKK’nın terörü, Türk devletinin güvenlik politikalarıyla karşılıklı gerilim ve çatışmalar yaşanmasına neden oldu. Ancak, PKK’nın eylemleri sadece yerel değil, ulusal güvenlik sorunları yaratmaya devam etti. PKK’nın ülke genelindeki saldırıları, hem halkın hem de devletin farklı stratejiler geliştirmesine yol açtı. Bu süreçte, devletin PKK’ya karşı uyguladığı sert güvenlik önlemleri, aynı zamanda halk arasında korku yaratmanın ve toplumu daha kolay bir şekilde yönlendirmenin bir aracı oldu.
Bazı uzmanlara göre, PKK’nın bu denli geniş çapta terör eylemleri yapmasının, Türk devleti tarafından üretilmiş ve finansmanı sağlanmış bir örgüt olması ile ilgili olduğu iddiaları bulunmaktadır. Devlet, PKK’yı ve onun yarattığı korkuyu iç düşman olarak kullanarak, hem halkı hem de siyasi rakiplerini kontrol etme amacı gütmüş olabilir. PKK’nın varlığı, hem iç politikada hem de dış politikada devlete büyük bir manevra alanı sağlamış, devletin hem güvenlik hem de ekonomik harcamalarını artırarak, yönetimsel otoritesini pekiştirmiştir.
Savaşın Sona Ermesi ve Yeni Stratejiler
Öcalan’ın açıklamaları, PKK’nın silahları bırakma kararı ve bölgedeki gerilimin sona erdirilmesi, bir dönemin sonunu işaret ediyor olabilir. Ancak, bu durum sadece barışın sağlanmasıyla değil, Türkiye’nin Ortadoğu’daki yeni stratejik hedefleriyle de doğrudan ilgilidir. Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda, Ortadoğu’da Çin gibi üretim üssü haline gelmeyi hedeflediği bir döneme giriyoruz. Bu hedefe ulaşmak için, iç siyasetteki huzursuzlukların son bulması, sosyal yapının istikrara kavuşması ve bölgesel güvenliğin sağlanması gereklidir.
İktidar partisi AKP, çözüm sürecinin sağlanması ve PKK’nın silah bırakma kararıyla halk arasında güven yaratmayı amaçlasa da, bu durumun ardında başka stratejik hedefler de bulunuyor. AKP, seçim zaferini garanti altına almak ve iktidarını uzun süre sürdürebilmek adına, önceki ittifaklarını genişleterek, yeni bir hamle yaptı. Daha önce MHP (Milliyetçi Hareket Partisi) ile Cumhur İttifakı kurarak, milliyetçi tabanla güç birliği yapan AKP, şimdi de sol tandanslı Kürt partisi DEM Parti’yi ittifakına dahil etti. Bu hamle, sadece iktidarın sürekliliğini sağlama amacını taşımıyor; aynı zamanda Türkiye’nin toplumsal ve etnik çeşitliliğini temsil eden bir strateji olarak da değerlendirilebilir.
DEM Parti’nin, Kürt siyasi hareketinin önemli temsilcilerinden biri olarak, AKP’nin politikalarıyla uyumlu bir noktada birleşmesi, aslında bir pragmatizm örneği olarak görülebilir. Bu ittifak, her ne kadar ideolojik farklılıkları olsa da, her iki partinin de ortak hedefi iktidarını sürdürmek ve seçimlerde güçlü bir zafer elde etmek. Böylece, AKP’nin din temelli muhafazakar politikaları, MHP’nin milliyetçi söylemleri ve DEM Parti’nin sol eğilimli Kürt politikaları bir araya gelerek, geniş bir toplumsal yelpazeye hitap eden bir güç birliği oluşturuyor. Bu ittifak, Türkiye’nin iç politikasında önemli değişimlere yol açabilecek bir stratejik manevra olarak ortaya çıkmıştır.
Halkı Korkutarak Yönetmek mi, Barışı Kurmak mı?
PKK’nın silahlarını bırakmasının ardından, halkın nasıl etkileneceği ve devletin yeni politikaları karşısında nasıl bir tutum sergileyeceği, önemli bir soru olarak gündeme gelmektedir. PKK’nın terör eylemleriyle halk arasında yarattığı korku ve güvensizlik, uzun yıllar boyunca devletin yönetim stratejileriyle paralel bir şekilde kullanıldı. Halk, PKK’nın saldırılarından korunmak için devletin baskıcı politikalarını kabul etmek zorunda kaldı. Ancak şimdi, barış sürecinin ilan edilmesi ve şiddetin sona erdirilmesi, halkın daha özgür bir ortamda yaşamasına olanak tanıyabilir.
Devletin, içteki korku unsurlarını bertaraf ederek, ekonomik ve toplumsal yapıyı daha verimli hale getirmesi gerekecektir. PKK’nın silah bırakma kararı, devletin artık teröre ihtiyaç duymadığı ve kendi stratejik hedefleri doğrultusunda yeni bir döneme geçiş yaptığı anlamına gelebilir.
Yeni İç Düşman: Suriyeliler mi?
PKK’nın sona ermesiyle birlikte, devletin “iç düşman” yaratma stratejisinin nasıl şekilleneceği, Türkiye’nin siyasi geleceği açısından kritik bir soru olacaktır. Daha önce, Kürtler iç düşman olarak gösterilmiş, toplumda korku yaratılarak, milliyetçi ve güvenlikçi politikalar güçlendirilmiştir. Ancak, şimdi Kürt meselesinin çözülmesiyle birlikte, iç düşman ihtiyacı ortadan kalkıyor. Peki, şimdi kimler “iç düşman” olarak ilan edilecek?
Geçmişte Rumlar ve Ermeniler, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde “iç düşman” olarak gösterilmiş ve bu çatışmalardan ekonomik kazanç sağlayan bankerler gibi gruplar bulunmuştur. Bugün ise, savaşın sona erdiği, PKK’nın etkisinin azaldığı ve çözüm sürecinin başladığı bir dönemde, yeni bir iç düşman yaratma stratejisi devreye girebilir. Bu noktada, Suriyeli sığınmacılar, Türkiye’deki bazı gruplar tarafından potansiyel bir iç düşman olarak gösterilmeye başlanabilir.
Bu konuda bazı araştırmacılar, Suriyelilerin Türkiye’deki toplumsal yapıyı tehdit eden bir unsur olarak lanse edilebileceğini düşünmektedir. Suriyeliler, son yıllarda Türkiye’ye gelen ve büyük bir nüfus oluşturan göçmenlerdir. Toplumda yer yer ekonomik, sosyal ve kültürel gerilimlere yol açmışlardır. Devlet, bu grubu, iç güvenliği tehdit eden, Türkiye’nin kaynaklarını sömüren bir unsur olarak gösterme yoluna gidebilir. Böylece, hem siyasi söylemlerde hem de toplumsal yapıda Suriyeliler, PKK’dan sonra yeni bir “iç düşman” olarak konumlandırılabilir.
Sonuç
PKK’nın silah bırakma kararı ve barış sürecinin başlangıcı, Türkiye’nin yeni bir döneme girmesiyle örtüşüyor. Bu süreç, sadece bir iç mesele olmanın ötesine geçiyor; Türkiye, Ortadoğu’daki yeni rolünü şekillendirirken, PKK’nın son yıllarda oynadığı stratejik rolü de gözden geçirecektir. Barışın sağlanması, sadece Kürt sorununun çözülmesi değil, aynı zamanda Türkiye’nin bölgesel ve küresel politikasını yeniden inşa etme çabalarının bir parçasıdır. Ancak bu geçiş süreci, pek çok soruyu beraberinde getirmektedir. Devletin halkı korkutarak yönetme yönteminin sona ermesi, toplumsal huzurun sağlanması ve ekonomik büyüme hedeflerinin gerçekleştirilmesi, Türkiye için en büyük sınavlardan biri olacaktır.