Arapça bir kelime “İdrak” Türk dil kurumu sözlüğünde dört şekilde geçmiş. İlki kök kelime olan “İdrak ” “Anlama” olarak belirtilmiş. İkinci şekli ise “İdrak Etmek” ise yine aynı sözlükte ” Akıl erdirmek, anlamak, kavramak, algılamak,” olarak geçmiş. Üçüncü şekli olan “İdraksiz” de “Anlayışsız” olarak anlam bulmuş. “İdraksizlik” ise anlayışsızlık olarak anlam bulmuş. Örnek olarak da Ömer Seyfettin’in bir cümlesi verilmiş. “”Bu ne idraksizlik, bu ne kabalık, bu ne hayvanlıktı.” “Enfeksiyon” kelimesi ise “Hastalığa yol açan mikroorganizmaların genel veya yerel olarak organizmada gelişmesi” olarak açıklanmış. Kısaca bu “Hastalık” neden oluşuyor? Neden “Anlayışsızlık” hastalığına tutulup Ömer Seyfettin’in dediği gibi “Hayvanlaşıyorduk” “Akıl Tutulması” durumuna yol açan en büyük etki “Korku” Bu duygu yolu ile insanlar “Anlama” gibi insani bir olgudan uzaklaşabiliyor. Bu uzaklaştırmaya “Manipülasyon” da diyebilir. Yani “Hileli Yönlendirme”. Din ve Milli Kimlikler bu korku yayan olgulardan en önemli iki tanesi.
İdrak, insanın dünyayı algılayış biçiminin temel taşlarından biridir. Arapçadan dilimize geçmiş olan bu kelime, yalnızca “anlamak” anlamıyla sınırlı kalmaz, aynı zamanda “kavrayış”, “algılama” ve “akıl erdirme” gibi derin anlamlar da taşır. Türk Dil Kurumu, kelimenin farklı formlarına dikkat çekerken, idrak etmenin insanın en temel yetilerinden biri olduğuna işaret eder. Örneğin “İdraksiz” ya da “İdraksizlik” terimleri, bu insani yetinin eksikliğini ifade ederken, insanın sadece zihinsel değil, aynı zamanda manevi ve ahlaki anlamda da bir eksiklik yaşadığını gösterir. Ömer Seyfettin’in sözleriyle dile gelen “Bu ne idraksizlik, bu ne kabalık, bu ne hayvanlıktı,” cümlesi, idraksizlik halinin insanlık değerlerinden uzaklaşmaya yol açan yıkıcı bir durumu betimler.
Ancak burada dikkat edilmesi gereken önemli bir husus, idraksizliğin yalnızca bir eksiklik değil, aynı zamanda bir hastalık haline dönüşmesidir. Yani idrak yolları enfeksiyonudur. Peki, bu “hastalık” nasıl ortaya çıkar? İnsanlar neden anlamaktan, kavramaktan, algılamaktan bu denli uzaklaşır? Bu durumun temel nedenlerinden biri, korku duygusunun manipülasyon yoluyla insanlar üzerinde yaratmış olduğu derin etkidir.
Korku, insanın en temel ve en güçlü duygularından biridir. Bu duygu, insanları kontrol etmek için en sık kullanılan araçlardan birisidir. İnsanlar korktuklarında, çoğu zaman mantıklı düşünmekten, doğru kararlar almaktan, hatta temel insan haklarına saygı göstermekten uzaklaşırlar. Korku, zihni bulanıklaştırır ve akıl tutulmasına yol açar. Anlamadan, kavramadan, sadece bir korku duygusunun etkisiyle hareket etmeye başlarlar. Buradan ise “idraksizlik” yani anlayışsızlık ve hayvanlaşma hali devreye girer.
Korku, doğrudan insanın algılarını manipüle etme potansiyeline sahiptir. Ve bu manipülasyon, özellikle din ve milli kimlikler gibi güçlü toplumsal yapılar tarafından etkin bir biçimde kullanılır. Din ve kimlik, bir toplumun bireyleri üzerinde büyük bir bağlayıcılık gücüne sahip olmasına rağmen, aynı zamanda bu kavramlar korku aracı olarak kullanılabilir. Özellikle dini veya milli kimlik etrafında dönen tartışmalarda, bireyler korkutularak “doğru”yu anlamaktan uzaklaştırılabilir. Bu noktada, insanlara sıkça “bunu kabul et ya da kaybol” gibi dayatmalar yapılır; bir grup, belirli bir ideolojiye veya inanca hizmet etmeye zorlanır. Bu zorlamalar, kişisel düşünme ve anlama yetisinin önüne geçer. Anlayışsızlık, işte tam bu noktada, bir hastalık gibi toplumu sarar.
Bu noktada bir ironi söz konusu olabilir. Çünkü, korkunun yol açtığı manipülasyonun en büyük özelliği, toplumu “iyi” niyetle yönlendirmekten çok, insanları kendi içsel güçlerinden, düşünme yetilerinden ve özgür iradelerinden uzaklaştırmasıdır. Korku, toplumu daha “güvenli” ve “uyumlu” hale getirme vaadiyle insanları sadece birer kukla haline getirir. Toplumda güçlü bir korku atmosferi oluşturuldukça, insanlar artık ne “gerçek”i kavrayabilir ne de bireysel anlamda bir farkındalık geliştirebilirler.
Sonuç olarak, idraksizlik bir tür “hastalık “tır. Korku yoluyla yayılan bu hastalık, toplumu sadece “anlamaktan” uzaklaştırmakla kalmaz, aynı zamanda insanları bireysel özgürlüklerinden ve özgür düşünme haklarından mahrum bırakır. Bu, bir tür toplumsal “manipülasyon” hastalığıdır. Ve bu hastalığı yenmek, bireylerin korkudan ve onlara dayatılan ideolojilerden arınarak kendi anlamlarını yaratabilme yetisine yeniden kavuşabilmeleriyle mümkündür.
Aziz Nesin, kendine has mizahi bakış açısıyla, toplumun en derin yaralarına, en iğrenç hastalıklarına neşeli bir biçimde parmak basan bir yazardı. Bugün de onun çizdiği yolu takip ederek, gözlerimizi idraksizliğin enfeksiyonuna çeviriyoruz. Korkunun nasıl, en nazik haliyle, insanların kafalarını karıştırıp, anlamadan düşünmeye zorladığını anlatacağız. Hem de öyle bir dille ki, neşemiz ve hicvimiz, yanlış anlamayın, başta kimseyi rahatsız etmesin!
Hadi bakalım, idraksizlik hastalığının ilk belirtisini bulduk: Korku!
Bir düşünün, korkuyu en iyi kim kullanıyor? Politikacılar, din adamları, topuklu ayakkabılarıyla köşe başlarını tutan “nasıl daha fazla para kazandırıcılar… Bunlar, korkuyu öylesine ustalıkla kullanıyor ki, insanlar düşünmeden sadece “korkmaya” devam ediyor. Tıpkı bir kutu çikolatanın sonunda size yapacakları vaadi gibi: “Hadi bak, bu da sana bir ödül, sen korktukça ben daha da büyürüm.”
Hadi şimdi biraz ironik olalım. Korku neye yol açar? “Anlamazsınız!” diye bağıran din adamları, “Korkma, ben sana doğru yolu göstereceğim,” diyen politikacılar. Her ikisi de aynı şarkıyı söylüyor: “Beni dinle, senin için en iyi olanı biliyorum.” Yani, insanlar korku içinde “anlamadan” ne olduklarını sorgulayan bir zombiye dönüşüyorlar.
“İdraksizlik” ne demek? Bir sürü insanın bir köşeye çekilip, korku dolu bir bakışla “O yüzden ben hiçbir şey anlamıyorum,” demesi değil mi? Peki, bu idraksizlikte neyi anlamadılar? Tabii ki, gerçekleri! Çünkü korkuyla oynanmış bir zihin, anlamaktan çok, “ne zaman olacak” sorusuyla meşgul. Toplum, akıl tutulmasından geçiyor, bir tür “anlamamazlık” hastalığına yakalanmış. Aha işte, Aziz Nesin tarzında bir günümüz gerçeği: “Süper! Anlamadan yaşayabiliriz, hem de gayet rahat!”
Şimdi biraz daha derine inelim. Korkunun gerçek gücünü keşfetmişken, bunu başka nasıl açıklayabiliriz? Belki de öyle bir noktaya geldik ki, korku, insanlar üzerinde o kadar etkili ki, artık bazı şeylere “anlamazsan ne fark eder?” diye bakıyoruz. Ama hemen söyleyelim, bu çok tehlikeli! Korku ne zaman devreye girse, insanları sadece “kendi yolunu bulmaya çalışan” birer figüran yapar.
Ne kadar sıkışsanız da, her zaman bir çözüm var. Dini liderler ne demiş? “Korkma, her şeyin çözümü burada.” Hadi bakalım! En büyük manipülasyon aracı, korkunun vücut bulmuş hali: Din ve Kimlik. Yani, anlamadıkça, aklınızı onlara teslim edin. Korku o kadar güzel bir şey ki, etrafınızda gerçekten ne olup bittiğini sorgulamadan, sırf “benim elimdeki gücü kabul et” demek yeterli oluyor. Korkuyla beslenmiş toplumda, her bir birey, “Ben de neyi anlamadım ki!” derken, elma gibi yuvarlanıp gidiyor.
Ömer Seyfettin’in “Bu ne idraksizlik, bu ne kabalık, bu ne hayvanlıktı!” cümlesine ne demeli? Korkudan, anlayıştan, insaniyetten uzaklaşan insanlar artık ne kadar idraksizleşiyor! Her şey bir yana, azıcık korku ile bakış açımız nasıl değişebiliyor!
Sonuçta, korkunun vücut bulmuş hali olarak “idraksizlik”, hepimizin başına gelecek olan en büyük enfeksiyonlardan biridir. Bunu fark ettiğinizde, umarım korku sizi de etkisi altına almaz. “Manipülasyon” daha ne kadar devam edecek? İdraksizlik hastalığını yenecek bir “panzehir” var mı? Belki, biraz daha düşünmeyi denemek ve o korkuları “sorgulamak” işe yarayacaktır. Ne de olsa, anlamak için önce kafamızın karışması gerek!
Sonuç? Korku ve manipülasyon yoluyla gidilen idraksizlik yolunun sonunda, karşınıza sadece kendinizin “anlamadığını” fark ettiğiniz bir tablo çıkacak. Ama korkmayın, en azından hep birlikte bir çikolata kutusunun içindeyiz, değil mi?
Gelin, korkunun, aslında dünyadaki en tecrübeli manipülatör olduğunu bir kez daha kabul edelim. Korku, insanları öyle güzel bir şekilde yönlendiriyor ki, bazen akıl, anlam, hatta insanlık bile kaybolabiliyor. Bir an düşünün, bir insan “korkuyor” ve hemen ardından her türlü “anlamazlık” enfeksiyonuna tutuluyor. Bir bakıyorsunuz ki, başta kendi kararlarını verebilme kapasitesine sahip bir insan, şimdi “ben ne yapmalıyım?” sorusuyla yüzleşiyor. Oysa korku, en güzel çözümün “anlamamak” olduğunu söyler.
Önce bir kavramı açalım: İdrak. Türk Dil Kurumu’na göre, idrak “anlama” ile eş anlamlı. Peki, bu kadar basit bir anlamı varken, neden bu kadar karışıyor? Çünkü korku ve manipülasyon, idraksizliği yaymanın en etkili yollarından biri. Bir kişi anlamak yerine, “sadece korkarak” hareket etmeye başladığında, işte o zaman idraksizlik başlar. Ve bu idraksizlik, toplumun geneline yayılarak, “anlamazlık” hastalığına dönüşür.
Korkunun nasıl büyüleyici bir araç haline geldiğini anlamak için biraz düşünmemiz lazım. Korku öylesine etkili bir duygu ki, insanları sadece anlamaktan alıkoymakla kalmaz, aynı zamanda onları başkalarının düşüncelerini kabul etmeye zorlar. Çünkü korku, insana “kendini düşünme” yeteneğini kaybettirir. Ne kadar korkarsan, o kadar yönlendirilirsin. Düşünmeyen, sorgulamayan, anlamayan bireyler, her zaman “çoktan yönlendirilmiş” olanların oyununa gelirler.
Tabii, bu durumun en büyük faydasını kimler sağlıyor? Şimdi size bir sır vereyim: Din ve milli kimlikler! Evet, din ve kimlik, korkunun çok zarif birer taşıyıcısıdır. İnsanları “bunu kabul et” diyerek, her türlü sorgulamanın önünü keser. “Kim olduğunuzu unutun, sadece korkun ve kabul edin,” derler. Zihinsel bir hücreye mahkumiyetin formülü işte bu kadar basittir: Korku ve kabul.
Fakat, idraksizlik hastalığının ne kadar tehlikeli olduğunu anlamak için biraz daha derine inmeliyiz. Bu hastalık, insanların bireysel özgürlüklerinden, düşünme yetilerinden ve daha önemlisi kendiliklerinden uzaklaşmalarına neden olur. İnsanlar, artık “sadece var olmak” için bir şeyleri kabul ederken, kendi içsel kimliklerini de kaybederler. Korku, bu kaybı, “kendi iyiliğiniz için” diyerek, insanların rızasıyla yapar. Ama ya bu kayıp, bir manipülasyon aracına dönüşürse?
Ve şimdi geliyoruz en önemli soruya: “Neden anlamıyoruz?” Çünkü korku, insanları “yavaşça” anlamaktan uzaklaştırır. Her korku, bir adım daha idraksizlik yoluna çıkar. Her geçen gün, insanlar daha az düşünür, daha az sorgular. Sonunda, korkunun neden olduğu körlük, sadece bireysel değil, toplumsal bir hal alır. Korku bir virüs gibi yayılır ve toplumun geneline sirayet eder.
Ancak bu noktada dikkat edilmesi gereken bir şey var. Korkunun en tehlikeli hali, onu “güvenlik” adı altında sunmak ve herkesin kabul etmesini sağlamaktır. Korkuyu, size “iyi” bir şey gibi göstermek, işte bu, tam anlamıyla manipülasyonun ta kendisidir. Çünkü gerçekten güvenli olan şey, anlamaktır. Korkunun sunduğu “güvenlik”, aslında insanı güvensizliğe sürükler. Ve o güvenlik, bir noktada her zaman “manipüle edilen” zihinlerin eseri haline gelir.
Sonuç olarak, idraksizlik hastalığı bir tür “korku virüsü ”dür. Korku ile büyütülmüş, anlamadan var olma hali, bir toplumun tüm değerlerini sarsacak kadar tehlikeli olabilir. Bu yüzden, anlamaktan, kavramaktan ve sorgulamaktan vazgeçmemek gerekir. Çünkü ne kadar çok anlamaya çalışırsak, o kadar az korkarız. Ve korkmadığımızda, başkalarının bizi yönlendirmesi de bir o kadar zorlaşır.
İdraksizliğin en büyük panzehir, aslında basitçe şudur: Anlamak. Anlamak için korku duygusunu önce kabullenmek ve sonra onun etkisinden kurtulmak gerekir. O zaman, gerçekten anlamazlık ve manipülasyon gibi hastalıklardan korunmuş oluruz.

“İdrak Yolları Enfeksiyonu: Korku İle Manipülasyonun En Güzel Uyumu”

Yazı dolaşımı


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir